YARADAN HER ŞEYİN VE İNSANIN MAKSADIDIR!

Bir kimse bir şeyi Allah’la bilir ve o şeyle onu tanırsa yine her şeyin dönüşü ona olur!

Hâlik’ teki (Halike varmış) insan, Yaratanı bilme yapısına sahiptir ve o Allah demiştir.

Tabiatla olmuş, tabiatı okumuş, eserden müessise varmıştır.

İnsan için en yüksek makam, ilm-i İlâhi makamıdır.

İnsan ancak bu makama varınca, tabiatı, musavviri, mahlûktı, Hâliki bilir!

 

Mülk (kudret), malikle (ona sahip olmakla) değil, mükevvini (onu yapanı, meydana getireni) yani

Sebeplerden Müsebbibi, Allah’ı görmek ile olur.

Sebeplerden müsebbibi gören, sebep endişesinden kurtulur! Çünkü bu sebepleri Allah yarattı.

Onun hiçbir abes işi yoktur. Sebepler bizi müsebbibe götürür diyen ne mübarektir!

Böyle düşünmeyip de sebeplerle avunan onu mal edinen gaflettedir!

Asıl olan sebepleri yok, müsebbibi var kabul etmektir! Bir taraftan Allahtan geldiği için onlara da rıza göstermektir. Sebepler nefse aittir. Müsebbib, insan-ı kamile, gönle aittir.

Sebeplerden müsebbibe varanın, sebeplerden alakası kalmaz.

Ey sebepler ne güzel, ne hoş delil idiniz ama sebepten müsebbibe vardıktan sonra, sizinle meşgul olmak imkânsız oldu!

 

Amel ve ilim!

 

İlim, insanı kemâl derecesine ulaştırır. İlim, kemâl mahallidir. Cehalet ise talep yeridir.

Cahil olup önce olmaktansa, Âlim olup arkada olmak daha iyidir.

Cehaletle, eşiği bir adım öteye geçmek mümkün değildir.

 

Hakikatte ilim, amelden daha üstündür. Çünkü Allah’ı tanımak ilim sayesinde olur.

Amel, kulun sıfatı, İlim ise Allah’ın sıfatıdır.

 

Âlimin sırrı ve ruhu, uyurken de uyanıkken de matlub (istenilen) haldedir. Bunun için Âlimin uykusu ibadettir. İbadet için dahi olsa, cahilin uykusuz kalması günahtır.

 

Zamanımızda ve her zaman en aziz ve en nadir olan şu iki Hak varlık vardır.

İlmi ile amel eden Alim, hakikati anlatan Arif.

Çünkü daima ilim de marifet de azizdir. Nadir bulunan şeylerdir.

Zira amelsiz ilim, ilim değildir. Hakikatsiz marifet de marifet değildir.

Alim ve Aziz olan Allah’tır. Allah için ol. Aksi halde hiçsin.

Doğruyu Allah bilir!

 

HER KALP’TE AYRI BİR HİKMET GİZLİDİR!

 

Allah, Âriflerin kalplerini zikir mahalli, zahitlerin (sofuların) kalplerini tevekkül mahalli, tevekkül ehli olanların kalplerini rıza mahalli, fakirlerin kalplerini kanaat mahalli ve dünya ehli olanların da kalplerini tamah mahalli kılmıştır. Bunda da bir ibret vardır. Şöyle ki;

Allah’ın yaratmış olduğu her organa, kendi cinsinden bir mana bağışlanmıştır.

Eller tutma, ayaklar yürüme, gözler bakma, kulaklar işitme ve dil, konuşma mahalli olarak yaratılmıştır. Bunların mana ve mahiyetlerinde çok fark yoktur.

Kalbe gelince; Allah, tüm kalplerden her birine, muhtelif bir mana, başka bir irade ve farklı bir arzu bağışlamıştır. Bütün insanların organları, aynı işi yaptıkları halde, kalpleri değişik, başka başka ve zıt işler yapar!

Mesela, bir kalbi mârifet mahalli, diğer bir kalbi delâlet yeri, üçüncü bir kalbi de kanaat mevzii kılmıştır. Allah’ın taacub edilen; yani şaşırıp kalma hususiyeti; kalplerde açığa çıktığı kadar başka hiçbir yerde katiyen zuhur etmez.

 

İki çeşit ehli hikmet insan vardır; Biri kendini bilir ve tanır. Öbürü Rabbini bilir ve tanır.

Birincisi bir ileri dereceye nail olayım diye ibadet eder,

İkincisi, her şeye nail olduğu halde ibadet eder.

Birisi mücahade (savaşarak, uğraşarak) kani olan kuldur. Öbürü müşahede (gördüğü) ile kanidir.

Bizim anlayacağımız biri nimetledir, diğeri nimeti verenledir.

Nimet görmek sureti ile (yalnız) nimetle beraber olan kimse zengin olsa da fakirdir.

Nimeti verenle (Allah’la) olan ve onu (her şeyde) müşahede eden kimse fakir olsa da zengindir.

Böyle kimselerin ünsiyeti Allah’tır. Ünsiyeti Rabbı ile olmayan kimsenin, ünsiyeti sıkıntı meydana getirir. Haktan gayrı olan her şey fanidir. Fani olan bir şeye sevinen kimse, onun fani olduğunu görünce çok üzülür. Kimse ikbalini hazmedemez. Hep dert edinir, doymadım der.

 

Gönül marifet mahallidir!

 

İnsan, akıla Gönül derse, o, değildir. Ruha kalp desek, o da kalp değildir. İlime kalp dersek, o da kalp değildir. Bütün Hakkın şahitleri, alametleri ve tecellileri Hak ile kadimdir.

Bunun dışında söylenenler bir şey ifade etmez.

 

Nefsinin heva ve hevesini katedip, nefs çölünü geçip Allah’ın iz ve tecellilerinin bulunduğu yer olan kalbine ulaşabilirsin. Ama sahraları, çölleri aşarak Kâbe’ye gidersin. Yani; marifet mahalli olan gönül; hizmet kıblesi olan Kâbeden daha mühimdir. Kâbe, eşya gözünün baktığı ibadethanedir.

Gönül ise Hakkın daima nazar ettiği bir yerdir.

 

Kalbini hakiki vatan bilenler ve oraya yerleşenler huzuru ilahide oldukları için, daima huzurdadır. Yâkîn sahipler ise henüz dergâhın eşiğindedir.

 

Mürşidin yanında sadakat ve sevgi ile kalan derviş, bir gün gelir her şeyden sıkılır, boşta kalır. İşte o zaman derviş gariptir, onu bu dünya sıkmaya başlar. Ta ki Hak ile Hak ola.

Bir kimsenin neşesi Haktan başkası ile olursa neşesi dertleri doğurur.

 

Veciz sözler

 

Fazilet sahipleri, faziletlerini görmedikleri sürece fazilet cahilleridir. Velayet sahipleri, veli olduklarını görmedikleri müddetçe, sadece velayet sahibidir.

 

Sağ sol melek, sağcı solcu…Bu iki olaydan da Allah görünür. İki tuzlu su arasında tatlı su fışkırır.

 

Vecd, kelime ile anlatılamaz. Zira o, vecd ehlinde Allah’ın sırrıdır. İnsanların anlattıkları hiçbir şey Hakkın sırrı değildir. Sır kale gelmez.