Mehmet Rasim MutluMEHMET RASİM MUTLU ( Mutlu Baba)

Mehmet Rasim Mutlu, başarılı bir iş hayatını 1973’te noktalayarak kendisini manevi yola adamıştır.

Teşvikiye camisinin karşısındaki Modern Apartmanında, Tasavvuf Fikirleri Derneğini kurmuş ve 20 yılı aşkın süredir bu derneğin daimi başkanlığını yürütmektedir. Mutasavvıf, şair, bestekâr ve yazar olarak pek çok eser meydana getirmiştir.

Dernekte yaptığı Tasavvıf sohbetlerinin sıcak aurasında, doğaçlamadan oluşan güftesi ve bestesi kendisine ait 350 yi aşkın eseriyle, şair ve bestekâr; aynı zamanda “Tasavvuf Pınarından Mutlu Damlalar”, “Kalden Hale” ve “Ondan Ona” adlı eserleriyle de yazar kimliği olan değerli büyüğümüzün en yüce hali ise ‘Bizim Mürşidimiz’ olmasıdır. Bu bulunmaz bir nimettir. Tıpkı Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in dediği gibi:

“ALEMİ CİHANA, PADİŞAH OLMAK BİR KURU KAVGA İMİŞ; BİR MÜRŞİDE BENDE OLMAK CÜMLEDEN ALÂ İMİŞ”.

Sayın Mehmet Rasim Mutlu yalnız bizim babamız değildir. Kendileri, yurt içinde ve yurt dışında katıldığı seminer ve konferanslarla İslâm tasavvufunu geniş kitlelere ulaştırmaktadır. Hollanda, Belçika, İspanya’da, kiliselerde yöre halkına “Kelimeyi Tevhit” çektirmiş, kiliselerin orglarının iştiraki de bu ilâhi tevhide ayrı bir anlam katmıştır.

Termal Gökçedere köyünde sevilen, sayılan bir hanım olan Havva hanımın tahsis ettiği tepedeki arazide, projesi ve mimarı Mehmet Rasim Mutlu beyin kendisine ait olan bir kültür merkezi inşa etmiştir.

Ünvanı ‘Mehmet Rasim Mutlu Kültür Merkezi’ olan bu binaya, yöre halkı bir minare konulmasını istemiş, o ‘köyünüzde 4 adet cami var, burası bütün dünya insanlarına açık bir ibadethane olacak’ demiştir.

Bu gün bu merkezde sayıları her yıl giderek artan, 60 ayrı millet ve dinden insan, merkezin konuğu olmakta ve ibadetlerine tevhiden devam etmektedir.

Bazen, Tümata gurubu başkanı Sayın Oruç Güvenç Beyin müzik gurubu eşliğinde, bu konuklarla 40 gün, 40 gece, bazende  66 gün, 66 gece hiç durmaksızın sema edilmektedir.

Bu merkez Allah’ın lütfuyla, yıl içinde muhtelif aralıklarla faal haldedir. Amerika’dan, Almanya’dan, İtalya’dan, İspanya’dan da iştiraklerle konukların sayısı her yıl gittikçe artmaktadır. Tepesinde ‘ ALLAH’, 8 köşeli binanın her bir köşesinde “La ilahe İllallah” yazan bu merkez, din ve mezheplerle ayrılmış olan insanları tevhidle birleştirme gayretindedir.

Mutlu Baba’nın ( Mehmet Rasim Mutlu ) deyişi ile :

“İnsanın ömrü doğumu ile değil, ALLAH’ ı bildiği an başlar”.

“Her şeyin başı muhabbettir, Muhammed muhabbetten hasıl oldu!”

Her sözü ve cümlesi hayat kurtarmaktadır.

MUTLU BABA’MIZ marifet öğretmenidir. ALLAH ONDAN RAZI OLA.

Çiğdem OKUMUŞLAR

 

TASAVVUF

 

Tasavvuf nedir? Tasavvufun binlerce tarifi var. Kurduğumuz ve uzun zamandan beri devam eden Tasavvuf Fikirleri Derneği olarak bir açıklama yapmaya çalışalım;

Önce şöyle başlayalım: Tasavvuf tamamen hür, tamamen bağımsız bir gayretle Allah idrakine ulaşma iştiyakıdır, yegâne bağlantısı ise Allah’tır. Hiçbir zaman tahdit edilmemiş, kutuplanmamış, şartlanmamıştır. Şartı sadece “Adap Yahu’dur”. Adap Yahu, şartını gözden ırak tutmaksızın idraki ilimle geliştirmeye gayret etme tefekkürüdür. İlimin elini kavramadıkça, zaten adap ta olmaz ya! Tasavvuf, alışılagelmiş şekilsel tutkuları şöylece kenara bırakarak, Kuran’ın içerdiği tüm semavi dinlerin esaslarını da sinesinde özümser, reddetmeden tefekküre alır. Bu esaslarla fiks edilmiş de değildir. Camideki imama, kilisedeki papaza, havradaki hahama veya vaize, ya da bir mürşidin söylediklerine takılmaz. Fakat bunların hepsinden haberdardır. Evet, bunların hepsinden haberdar olur. Tasavvuf hiçbir şeyi reddetmez, doğru saydıklarını da, hatta batıl olduğunu gördüklerini de hakça bakışla inceler, ilahi sıfatların bin bir oyununu, doksan dokuz esmanın alışverişini seyreder.

Ehli tasavvuf, günah ile sevap sayılanı bir tutmasını bilir. Binlerce hırsız ölünce, yeniden binlerce hırsız doğacağını, ölenlerce münkir yerine o kadar münkir peydahlanacağını bilir. Bu oluşların hikmetlerini seyreder, alınacak dersleri sezer.

Tasavvufun tefekkür alanı, sebeplerden müsebbibe, o sebepleri yaratana doğru, geniş bir bakışın konusudur. Tasavvuf bu konuları tahsil ve gelişme için ön plana alır. Hiçbir şeyi kötü veya eksik görmez, dışlamaz, sayar, hatta benimser. Bilir ki dışlanan, kötü addedilen, tastamam şartlanmış olmaktır ve yobazlığa gider.

Fevkalade bir ahlaki inanış tutkusu içinde, başını seccadeden kaldırmayan, bu cehdü gayretle dinin şekillerine kapılan, tasavvufa giremez. Çünkü tasavvuf düşüncesi şekille bağlanamaz. Tasavvuf yolu, saplantılardan kurtulmaktır; tasavvuf yolu saplantılardan ve şartlanmalardan sıyrılma yoludur ve şüpheden sıyrılan akla boyun eğer gibi görünse de, aklı aşar. Aklı çok aşar! Beş duyguya değer veriyormuş gibi olur ama beş duyguyu da aşar. Yani gözle görüp kulakla duyduğunun ötesine ulaşamayan, mesela gönül gözünde haber alamaz. Tasavvuf gönül gözünün açılma yoludur.

Gönül gözü açık olan esma-i hünsayı tadınca yaşar, Faili Billâh-ı, yani her fiilin Allah’ın fiili olduğunu bilir, ama ben Allah’ım demez! Derse adabı çiğnemiş, haddi aşmış olur. “O oku sen atmadın, Ben attım” ilahi sözündeki hikmeti kemal ölçüsünce tadar. Aşırı gidenin, haddi aşanın tökezlenmesi büyük olur, cezası ağırdır!

Şu da var: Sakin bir hayat sürmüş, etliye sütlüye karışmamış birine uzanan ilahi teveccühten çok günah işlemiş, daha hayatta cehennem acısını tatmış bir çaresizin Allah’a yalvarması, yakarması daha büyük, daha sıcak bir teveccühe sebep olur.

Tasavvuf sohbetlerinde mesela bir ayetin yorumu yapılırken ‘manası budur’ demek büyük hatadır. Bir tasavvufi yorumda kesinlik olamaz. Doğru yorumda adap vardır. “Bu ayet şöyle yorumlanabilir” demek yahut ayetin bir tefsiri de şöyle…” diye sözü başka yorumlara da açık bırakmak doğru olur. Hele unutmamak gerekir ki ayetlerin yorumu her devre, her zamana göre değişik olabilir.

Hatta her surenin başındaki ‘Bismillahirrahim’ kelimesini tercüme ederken “Koruyucu ve gözetici olan Allah’ın adıyla” demek doğruya yakın bir ifade olur ama o kadar mı? Pek çok açıklama elbet yapılabilir. Arap alfabesinde B harfi bir çizgi altındaki nokta ile yazılır. Hazreti Ali’nin “Ben b’nin altındaki noktayım” sözündeki derin esrar bir cümle ile kolayca yorumlanabilir mi? O nokta ile işaret edilen insanın özelliği, derin manası bir iki cümleye sığar mı? İnsan sırrıbillah’ı taşır. Sen insansın, kendi sırrını çözebildin mi?

Bir taraftan, ben dersin, yaptım, yapmadım, şöyle ettim, uyudum, uyandım; diye bir şeyler anlatmaya çalışırsın. Yani ben varım dersin. Sen varsın ama bir de ben varım demeye gelirsin. Bizler hiçiz. Hiçiz ama dünya devam eder. Kim ölürse ölsün (dünya tanımaz), hayat bütün etkisiyle devam eder. Sen, ben, hepimiz yaşamlarımızla sistemin istediği etkileri harfiyen yerine getirir, sonra sessizce çekip gideriz dünyadan. Her birimizin farkında olmadığı bir romanı vardır, o romandaki rolümüzü hiç aksatmaksızın oynar, bitiririz.

Bizim bir derneğimiz var, Tasavvuf Fikirleri Derneği. 1985 yılından beri var. Neyle uğraşır, gayesi nedir? Tasavvuf fikirleri; tahdit edilmeyen, ifadeye gelmeyen, ilahi duyuşun, kemal olgusuna varma gayretinin, hakikat aşkının, adap ya hu çizgisinde, sonsuza doğru uzanmasıdır.

Ehli tasavvufu, tasavvuf fikirlerine aşina olan insanı, hiçbir şey bağlayamaz. Bağladığı zaman o namütenahiliğe gidemez ki, orada bağlanmıştır. Hatta dinin kural ve şartlarına bağlı kalan, ehli tasavvuf zümresine giremez. Ehli tasavvuf için cami de birdir, havrada, kilise de, cehennem de birdir, cennet de. Cennet ehli olacağına inanan inanadursun, cehennem ateşinden çekinen, cehennem ateşini Rahmana çaresizce sığınması ile söndürür. Tasavvuf şartlara bağlanamaz, akla bel bağlayamaz. Akla dayanarak başlar ve akılla takip edilir ama aklı aşar. Akılla hudutlanamaz.

Tasavvuf ta elbet beş duyguyla başlar, görerek, duyarak, hissederek, yola koyulur ama beş duyguyla da kalamaz. Tasavvufun akla sığmayan yolunda ilerleyebilmek için beş duyguyu da aşmak gerekir. Sezgi gerek… Gönlün sezgisi gerek. Âleme kanat açabilmek için, eşya şartlarını aşabilmelisin.

Herhangi nefsanî bir hevesle, eşyaya yönelik bir iştihayla, hatta hatta muhabbetin bile nefsanî olanıyla bir yere varılamaz. Tasavvuf yolu, mestanelik yoludur. Alışılanların çok ötesinde, hayret yoludur, bütün sebeplerin ötesinde sebepleri, mücadeleleri, gayretleri aşarak şevk ve heyecanla tada, tada müsebbibe her şeyin hem içinde, hem üstünde olan, müsebbibe Allah’a varma yoludur.

Tasavvuf aşığı, hiçbir maniyi, handikabı kabul etmez. Allah “ Biz onların yolundan manileri kaldırırız” demiştir. Çünkü talep O’nadır.

Biliriz ki heves edilen yollar, isterse sonsuza uzanıyor görünsün, isterse bin bir güçlüğe gebe olsun veya tersine dümdüz, pürüzsüz cam gibi berrak ve apaçık bir görüntü versin, hep ama hep boşa çıkar. Menzili boştur. İşte tasavvuf ehli o boşun içindeki dolunun tâ kendisidir.

Tasavvuf ehli, hayal âleminde, bulutların ötesinde değildir. Halkın, sosyal düzenin içinde tefekkürdedir, hudutsuz hak alışverişindedir. Kısacası tasavvuf daha keskin bir ifadeyle, insanın Hakka değil, Hakk’ın insana dönük yüzüdür.

Tasavvuf insanı, şeraiti geçmiş, yaradılışın müstesna zevkine varmıştır. Ve şerait içinde hala bocalayanları silip atmaz. Sistemin tarzı olduğunu bilir. “ Sen olmasaydın bu âlemi yaratmazdım” ulu sözü, “sen Beni anlamaya yönelmelisin” anlamını da elbet içermektedir.

Ehli tasavvuf, eleştirmez, taklitleri tahkik eder, Oluşanın hikmetini araştırır, reddetmez.

Mesela bazı mezarlara gösterilen hürmetin sebebi ne ola? İlahi unvanlar boşuna verilmez, bazı evliyaların kabirlerinden ilahi bir manyetizm yayılır. Redetme! Mezarlara bağlanma ama araştır. Peşin reddetme, ehli tasavvuf yoluna aykırıdır. Gerçek imanda peşinen bağlanma olmaz. Sen “Allah’ım şuradaki sırrı bana öğret” diye niyaz edersin, O’ da derki “ Sır sende, benim sırrım sende” der.

O güzelim mısra söyle der: “Acıyla tatlıyı bir görmeyen çekti azap!” Evet o bir görmeyen azap çeker, çünkü şartlanmıştır. O şartlarına bakarak hükmede: Şu adam imanlıdır, şu ise imansızdır der, şekle bakarak kestirip atar. İmansız dediği kişiyi de sımsıcak insanca davranışıyla karşısında gördüğü zaman da şaşırıp kalır. Şekilsel inanca, dinsel bellediği tutkulara yapışıvermiştir. Din şekilsel kurallara yöneltmiştir. İmana, tasavvufça sarılmış olanı ayırt edemez. İnsanı birbirinden ayıran, işte o çeker azabı! Tevhit bakışı azabı kaldırır. Bizim mektep bu. Bizim mektepte ayırım, şartlanma, ayrı görme olmaz.

Diğer bir yandan bakarsak, şartlanmanın da güzeli vardır. Cehd ve gayret ile olan şartlanma, sadakat de içerirse hoştur.

Kendi başıma bir işe girişen şaşkındır, ama evliya, enbiyanın yolunu takip eden şaşırmaz, hayrete düşer. Evliyanın, enbiyanın yolu Samediyetin yoludur. Samed hiçbir şeye ihtiyacı olmamaktır. Samet’in alışverişine girdin mi, senin de bir şeye ihtiyacın kalmaz. Samet gibi esmai hüsnadan diğer biri de Kadir esmasıdır. Kadir sıfatına varmış olabilirsen, yani sözün (kâl’ in) hale dönüşürse Allah’ın her şeye Kadir oluş gücüne kavuşmuş olurdun. Bu tasavvuf yolunun özlemidir. Tasavvuf ehli şöyle der: Sorucu ol ki, bilici olasın” yani Hakkı zikredip O’nun esmasıyla hemhal ol ki, O sana söylesin. Ne derece ilahi güce erişirsek O oluşa, o hudutsuz emele kavuşur, hâşâ O oluruz, ondalaşırız. Dünya tutkuları, dünya hevesleri, dünya özlemleri burada kalır. Çünkü onların yeri burası, senin sadece cesedin buradadır. Özün ilahi vecdin çağladığı tarafta olur. O öyle bir çağlayıştır ki, dünyada kalmış bazı cesetler bile mezardan o manyetik nameleri duyulur kılar. Bazıları bu manyetik etkiyle dünyada heveslere kapılır. Ama ehli tasavvuf o frekanslara takılmaz, ret de etmez. Ehli tasavvuf Halik’ in halk ettiği ile hem haldir.

Bir de şu noktanın üzerinde duralım: Mesele âlimde değil, ilimdedir. İlim, ilim… Âlim biter, ilim bitmez. İlim adeta yerden fışkırır. Beşikten mezara kadar ilim!

Anlayalım ki, Tasavvuf hiçbir şeyle bağımlı değil. Tasavvuf ehli, Hak paralelinde, Maksadullah’ ın izinde Allah’ın muradının keyfinde, Allah fiilinin elinde, elsiz el olma yolundadır. O yaratır, bu el yapar!

Bu yola, bu sınıfa girmiş olan, cehd ve gayret taşımasa bile bu sınıfa gelmiş olduğu için, tıpkı birbirinden perdelerle ayrılmış iki hücrenin ozmos yoluyla birleşmesi gibi sınıfına katılmış olduğu gücün ruh haline, onun idrakine, onun hüviyetine kavuşur, ama kendi varlığı kaybolmaz. Ölüm ve bitiş yoktur. Yalnız dönüşme var. Zaten şu dünyaya da dönüşerek gelmedik mi?

Tasavvuf sohbetini dinlerken bir taraftan da kendi kişiliğinle boğuşursun, o öyle değil, benim bildiğim doğrudur dersin, ama sonra yavaş, yavaş doğru olana sokulur, kalırsın. O önceki inadın, o kasılıp kalmaların gene ilahi sistemin oyunudur. El kazip ismi de el Basıd ismi de ilahi sistemin gerekli kıldığı şartlardır. Önce kasıl, sonra teslim ol! Seni girdaplardan teslim alan, o evliyanın nefesidir. Gönül vücuda hâkim olmuştur. Hemen her hastalıkta da etki böyle değil midir? Vücut etkisi, önce seni sarar, teslim alır, ama sonra gereken ilaç gönül huzuru ile vücuda hâkim olur. Cehennem bitiverir. Bu azap ve sonra huzur konusu senin eserin mi? Buna dehlin olup olmadığını sen bilmedinse, ızdırap sürer gider. Bütün dünya dertleri, acıları senin sebebi bilip bilmediğine bağlıdır.

Kısacası, tüm dünya hayatı müşahede için bizim bakışımıza sunulmuş ve öylece bağlanmış, mana ve madde hallerinden seyre imkân vermekte, revnak ve lezzet tadı sağlamaktadır. Hepsi beraber, hepsi iç içe:

Şeriat, tarikat yoldur varana

Marifet, hakikat ondan içeru

Kesildi takatim, dizde mecal yok

Bu ne mezhep imiş, dinden içeru

Din yolunda, dizinde takat kalmaz, bırakır mezhebe tabi olursun. Kimin mezhebi? Hakkın mezhebi! Hak mezhebi birdir. Revnakta, kesirde, binlerce mezhep doğar. Gelişir, ama bir olan hikmettir. Hikmet bin ifadeyle söylenir.

Nereye bakarsam orda Sen varsın!

Seni nereye koysam Senden içeru!

Tasavvuf ehli Hakkın dışında, ahediyetin, yani tek oluşun dışında bir zerrenin var olmadığını bilir. Ahediyetin ötesine kimsecik çıkamaz. Ahediyetin ötesi yok!

Yunusun gözleri hundur, ateştir

Kapında kul var, Sultandan içeru!

Bir kul ki bütün melekler ona secde etmekte o sultan değimlidir? Şeytan akıl mantık kullandığı için Ademe secde etmedi. Benim hasrım ondan yücedir, ben ateşten yaratıldım, o topraktan yaratıldı dedi. Oysa, toprağa nazaran ateş nedir ki!…

Şeytan mantığın sembolü. Ama tasavvuf yolunda mantığa yapışan, akılda kalan, külli akla varamaz.

Külli aklı temsil eden, Cebrail’dir. Hazreti Musa Hızır ile ifade edilen Cebrail ayak uyduramadı ama iki cihan serveri Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa “El Fakr fahri” dedi. Yani hiçliği ile iftihar etti. Cebrail’i çok geride bırakarak miraç etti. Miraç tüm isimlerin, yani esma-i hüsnanın ötesinde ilahi hakikatle hemhal olmak demektir.

İlim gerek manada, gerekse maddede olsun şunu ortaya koyar: Sen Kitabullah’sın. Allah’ın kitabı sende…. O kitabı açıp okumadıkça, yani cehdü gayretin olmadıkça cümle davranışların ilme dayanmadıkça maksadına varmayan ilim neye yarar?

Tasavvuf ehlinin uğraştığı ilim, ilmi ledündür ama tasavvuf adamı madde ilmini de bir köşeye atmaz, reddetmez. Reddetmek, cahilin işidir. Ve garibi de şu ki, maddi ilim cahile lazımdır!

Eşya ilmiyle uğraşana alim denir. İlmi billahla uğraşan, bu esas ilimde yükselmiş kişi ise arifi billah diye adlandırılır. Maddi ilmin ustasına arif demek garip kaçar. Tıpkı peygamber ya da kemal ehli kimseye filozof demeye kalkmak gibi boş ve hafiftir.

Güzel bakmadıkça, sevgiyle yaklaşmayınca, hatta sevgin taşmayınca Habibullah’ı bilemezsin, idrakine bile varamazsın. Kul bilmediğini hiç keşfedemez. Her geceyi kadir bil, her geleni Hızır bil! Yani güzel bak. Hızır senin yüce bakışın içindedir, sendedir. Hatta her an! Her an!

Öyle bir hale kavuş ki yol bitsin, gelip gitmeler ortadan kalksın, acıkma, doyma, gülme, ağlama, üzülme, sevinme, acıma, bıkma tümüyle sona ersin, Hükmübillah deryasında yüzmeye koyul. Sen bu vücut tenceresi içinde Arifibillah’sın ama, kamil insanın gönlüne lezzet olmadıkça da tencerede kaynar durursun. Senin bu vücut tenceresinde kaynaman, onun ağzına layık olasın diyedir. Bu tencereni harlı ateşte acele kaynatmaya kalkar isen, haşlanırsın. Var mısın tahammüle? Yoksa mürşidin seni kavurur. Onun için gel, sen mürşidin doğrultusunda hareket et, yani seni irşad eden, seni cehaletten kurtaran hususu sabırla benimse. Sen kümeste sürünmeyi mi tercih edeceksin? Bak ulu Allah peygamber diye seçtiğini önce ticarete saldı, bir açılımla dünyayı öğretmek istedi. Gör, öğren, aktiviteye gir, miskince oturma, her oyunu anla, tanı, sonra gel. Ve o peygamber, alemi tanıdı. Sonra miraca çıktı. Ve sana dedi ki: Benim yol gösterim Allah’tı, mirac ettim. Sen de bendensin, benim delilim Allah’tı. Senin delilin benim. Delil ne? Rehber.

Sen doksan dokuz esmayı zikredersen, yetmez, her insan bir esma ile müsemmadır. Her insanı sinene çek te esmayı hüsnayı hakkıyla yaşa, öğren. Mesela kahredici insanı dahi reddetme ki kahrın lutfunu tadabilesin. O zaman kahır seni etkilemez!

Acı ile tatlıyı bir gören, insan olan bizi anlar. Tekrar söyleyelim tasavvuf ehli hiçbir şeyi dışlamaz. Adem yaratıldı, dışarıda bir şey kalmadı. Dışlarsa, kendini dışlar demektir!

Rahman ve Rahim olan Allah, bir ananın çocuğunu bakıp gözetmesi gibi, seni, beni, karıncasını kollar. Her kuluna, hevesleri nasıl dilediyse araçlarını, gereçlerini verir! Anla, hevesin ne ise o verilir. Heves yükselip Allah’u Bes Baki heves noktasına varınca dileğine kavuşsun. Hevesin neredeyse sen ordasın!

Bakışlar, değerler hep izafidir. Yani sandığıncadırlar, yani beş duygu nasıl görürse öyle biliriz. Hakikatleri görebilmek beş duygunun işi değil. Biz gündüzü ışıl, ışıl aydınlık, geceyi karanlık görürüz. Oysa gece sonsuza işarettir. Geceyi bu gözle anlayamayız. Hududu olmayan, âlemi bu göz nasıl görebilir? Gecenin örtüsünü şöyle bir aralayıver de basar gözüyle bak! Basar gözüyle! Bütün sebeplerden aslı, müsebbibi fark edersin.

Deme niçin şu şöyle

Yerincedir ol öyle

Sen sonunu seyreyle

Mevlam görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Esmayı Hüsna, yani Allah’ın bütün esmaları güzeldir. En ters gibi sanılan Kahhar adı da güzeldir. Kahredip öldürmesi de muhteşem! Bu sırrın içinde sen kendin de sırsın! Sırdaş olana sığınırsan anlarsın ki güzel, hem de ne güzel! Sen sırrı billâhsın! Sen çözülmezsin, ama çözersin! Sırrı sen kendin bilirsin. Bu bir tasavvuf bakışıdır ki, yüceliği tevhide kavuşturur. Yani o hep biri, Yaradanı anlatır!

Tasavvuf şeraitin, din kurallarının hazmedilip aşılması ile erişilen gerçek yoldur. Bu aşmaya varmadıkça, kısır kalır! Yunusun dediği gibi, dinden içeri, dinden daha içeri! Küfür ve günahtan mahkûmiyet din ehline! Kelde kalana!

Saladır ehli irfana

Getirsin canı meydana!

Bugün başını kurbana

Veren gelsin bu meydana!

Bu meydan mertlerin meydanı!

Yunus sen gitme, meydan isteme!

Meydan içinde merdaneler var!

Ateş böceğine bak: O var oldukça, yokluğu anlatır, metheder! Yokluğa varınca da anlatacak ne kalır ki!

Bülbüle bakarsan, onun destanı hep varlık üzerine! Bülbül ateş böceği değil ki, yokluğa kurban olsun! Bülbülün derdi hep şakımak! Feryat figan ile şakımak. Bülbül mecnundur, kavuşamaz, yokluğun esrarını ne bilsin!

Bir de şunu dinle: Güneşin aydınlığı kaybolunca yerini ay alır, ama ay sadece aydınlatır, ısıtamaz.

Aslında biz alaca görüyoruz. Fark burada. Güneş doğunca, yani gönül dolunca, şu gölge varlığımız kaybolur, hakikat varlığına gark oluruz!

Neticeyi şöyle bağlayabiliriz. Her vücut varlığa simgedir, ama aynı zamanda sadece gölgedir, gerçek varlığa perdedir, hicaptır. Niçin perde? Tahrik olmalı ki zor, güzelliği sunsun. Muharrik (tahrik eden) kim!

Perdenin kalkması için vücudun ortadan kaldırılması gerek. Sen değil, Allah kaldırır. Her kuluna cemalini gösterir, zira maksadı budur. Onun için maksadı yerde kalmaz. Seni yarattı, nasıl isterse öyle eyler. Peki, bu ne demek? Hizmet et! Miskin kalma, ilme hizmet et! Beşikten mezara ilim! İlim! Ben ilimle bilinirim. Ben ilmi billâhım. Arifi Billah’a mensub olan bunu böyle bilir.

12.11.1991