Hak yolunda bir adım dahi atmamış olanın, hakikat meydanında bir adımı olmaz. Yani Hak tarlasına bir nebze ekin ekmemiş olanın ne mahsulü olabilir.

Hak dergâhında dergâhı oluşturan dervişlerin, toplu halde Allah zikrine ihlâsla girenlerin, huzur ve vecd halleri süresi, bu zikirde ilişkilerinin zayıflaması ve ferdileşmesi, tevhit halindeki zikri-billah’tan nasiplerinin kesildiği ve birçok dünya dertlerine ve dünya sıkıntılarına duçar oldukları görülür.

Hak dergâhında dervişim diyenler, mızmız yani mazmaza yapan kimseler, ağızlarını manasız çalkalar dururlar.

Haksızlığı savunan, yalan söyleyen, yanlışında ısrar eden, kan kustuğu halde kızılcık şerbeti içtim diyen narsis kimseler, aslında, onları yüce yaratan Allah’a karşı bozguncudurlar. Asla iflah olmazlar.

Senden gayri yok Allah’ım. Her şeyde, her halükarda sen varsın. Öyle âlemi kaplamış ki merhametin, Rahman ve Rahimsin. Bununla beraber ne kuvvetlidir gaflet âlemin, ama geçicidir.

İyilik üzerine yardımlaşma, birbirini destekleme olduğu gibi, kötülük, düşmanlık üzerine de yardımlaşma ve destek olma vardır. Birinde huzur, diğerinde muzır vardır. Bu her iki hal de âdem içindir.

İnsanda fitne vardır. Bunu uyandıranlar olduğu gibi, fitneye meydan vermeyenler de vardır. Biri niza, diğeri sevgi ehlidir.

Zevkler mukayese edilmez, doğru olmaz. İnsanların neyi seçtikleri,  neyi sevdikleri onların bu baptaki kalitelerini gösterir.

Hiçbir kimse elinin emeği, alnının teri ile kazandığını yemekten daha zevkli bir şey göremez. Bu sıhhattir, afiyettir. Merde, namerde muhtaç olmadan yaşamaktır. İnsana da böyle yaşamak yaraşır.

İnsanlar helak olurlar, hatta âlimler de müstesna değildirler, ta ki ilmi ile amil olmadıkça. Hatta ilmi ile amil olanlar da müstesna değildir, ihlâs sahibi olmadıkça. İhlâs sahipleri de müstesna değildirler, havf-ı reca ile Allah’a sığınmadıkça. Allahın hükmü şeksiz, şüphesiz geçerlidir. Hatta kâfirler dahi bu hükme tabidir. Kuran ayetlerini kendi menfaat ve çıkarı uğruna yorumlayanlar huzur bulamaz.

Hırs, haset, riya, kin, kibir, ego, şehvet gibi kalp hastalıklarının şifası, zîkrullah’tır. O, kalplere şifa, ömre bereket ve kalbe huzur verir. Allah Celle Celâl-u Hu ‘ Beni çok, çok zikredin’ der.

Nerde olursak olalım Allah bizimledir ve her türlü halimize vakıftır. Bunu bilen huzur içinde olur, selamette olur. Dünya gailesinden kurtulur.

Mürşit ile zikir; murakabe, kalbi vukuf (gönülde haktan gayrı bir şeyin olmaması), Hıfz-ı nispettir (mürşide tam manası ile sarılma, onu tam manası ile rehber edinme, onunla rabıta kurma). Mürşidin yolu sohbet yoludur, muhabbet yoludur.

Hüküm Allah’ındır. Bundan başka hiçbir şeyin hükmü ve manası yoktur. Allah ceninin amelini, genetik yapısının kasetine yazmıştır. Her kaset kaydedileni çalar ve söyler.

Akıllı olanlar, sakin olanlar, cin gibi olanlar beni her halükarda bilsinler diye halk ettim, bununla beraber onları ruh ile besler ve desteklerim. Onlara üflediğim, benden ve ölümsüzdür.

Karnı aç olanlar yemeğe tamah ederler. Kalbi aç olanlar da haset, kıskançlık ve hırçınlık içinde olurlar. Evvela karnını doyur, sonra huzura, mutluluğa gel.

Hayatın en güzel şekilde sürdürülmesi, sistemi ilahiye uyulması, aklın ve vücudun sağlıklı olmasına bağlıdır. Bu da; az yeme, az içme, az konuşma, normal giyinme ve israf etmemeyle sağlanır.

 

Murakabe.

Bütün kayıt ve şartlardan, arzu ve isteklerden sıyrılıp çıkmak, Hakta fani olmak, daima Hakkı tefekkür etmek, huzuru ilâhîde olmak.


İhsan

Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet etmektir. Zira sen O’nu görmüyorsan bile, O seni görüyor. Bu bir müşahede mertebesidir.

Ey dergâha gelip de mürşidin rahlesinde olanlar, ne mallarınız, ne evlatlarınız sizi Zikrullah’dan alı koymasın. Her ibadetin bir şartı olduğu halde, zikir için hiçbir şart yoktur. Her yerde, her zaman Allah’ı anabiliriz.


Sabır

Belayı edeple karşılamadır. Yani, ne zahiren, ne de bâtınen sarsılmamaktır. İmtihan sabırla verilir, sabır bütün hayırların başı ve anahtarıdır. İnsan sabrı nispetinde derece alır ve terakki eder. Rıza makamına sabırla kavuşulur. Kalp de safileşir. Pür nur olur. Zikir, insanı umduğuna kavuşturan en büyük ibadettir.

 

Zikir

Dünya zevklerini kalpten çıkartmak, Hakk’ın zikrini kalbe yerleştirmek, ondan bir an gafil olmamak. Zikir ibadetlerin beyni, aklın nuru, kalbin cilası, ruhun hayatı, gönlümüzün miracı ve her derdin ilacıdır.

Tasavvufun şartlarından birisi de cefaya sabır, eziyetlere tahammüldür.

Mürşidin zehirle pişirdiği aşı, yemeğe kim gelir!

Mürşit Hakk söyler, rahatlıkta gaflet vardır. Rahatlığı musibet, çalışmayı ve faal olmayı nimet say.

Bir hâdis-i kutsî:  İzzet ve Celâlime yemin ederim ki; mağfiret etmek istediğim kulumu vücudunda hastalık, maişetinde darlığa müptela ederek boynundan bütün günahlarını almadıkça dünyadan çıkarmam.

Zahiri hastalıklar zararlı gibi görünür, nefsimize ağır gelir fakat faydası daha çoktur. Ateşi yüksek bir hastanın vücudundaki mikropların ölmesi gibi gönüldeki muzahrafâtı atar. İnsanlar huzur bulur. Nekahet çok tatlıdır.

Allah’ı bilen; başına gelene razı olandır. Çünkü Fâil-i Mutlak’ın Allah olduğunu bilir. Her şeyin onun aleyhine değil, lehine olduğunun idrakine varmıştır. Hz. Allah der ki: Kulum hükmüme razı olmaz, verdiğim belâlara sabretmezse, kendisine benden başka bir sahip arasın. Tedavi olun, ama haramla tedavi olmayın. Allah devasız hastalık yaratmamıştır.

Dünyada rahat aramak, cidden hatadır ve ebediyen yaşama mahalli yeri değildir ki ölürüz ve Allah kulunu bu rahatsız dünyadan er geç alır.

Mürşit müridini rahatlığa bırakırsa, müridinden alâkayı kesmiş demektir.

Veliler, Evliyaullah ‘acaba ne suç işledik ki; Hz. Allah bizimle ilişkiyi kesti’ diye düşünürler. Hayatın sırrı buradadır. İnsan bir gün güler, üç gün ağlar. Bir insan her gün gülüyorsa, ondan uzaklaşmak lazım.

Allah, bu âlemi bir mizan ve düzen içinde yaratmıştır. İnsanlar arasında fitne ve bölücülük çıkaranlar vardır. Bunların cürümleri de ancak kendilerine zarar verir.

Bir insanın bir insana hakaret etmesinden daha büyük şer yoktur. İnsanlar birbirlerinin noksanlarını tamamlamaya, kusurlarını düzeltmeye, kemâle ulaşmasına yardımcı olmalıdır.

Bir insanı ayıbından dolayı ayıplayan kimse o ayıbı bizzat kendi yapmadıkça vefat etmez.

Bir kere tefekkür edelim, Settar olan Rabbimiz merhamet edip ayıplarımızı örtmese, insanlar arasına çıkacak halimiz kalmaz. Bu yüzden insanlar arasında daima edepli olmaya gayret etmeliyiz ki herkes tarafından sevilelim.

Çiçeklerin en güzeli güldür. Onun da dikeni vardır. Onun için hakikat yolu dikenlidir. Asıl acı görünen bu durum, tatlıyı belirler. Görünüşte acı, hakikatte tatlının sebebidir. Acı nefsi öldürür, ruhu diriltir. Hüzünlü insan gariptir, çok ağlar, gözyaşı gönlün pasını siler. Huzuru ilâhide makbul kişi sayılır.

İnsanın hayatta üç hali vardır. Biri geçmiştir, diğeri de gelecektir o da belli değildir. Üçüncü hal ise şimdi bulunduğumuz andır. Esas, bu anı iyi değerlendirmektir. Belki de bir sonraki an, ömrünün son anıdır. O anda, Allah’la olan ölümden çekinmez..