“Sen olmasaydın, ben bu âlemi yaratmazdım. Sen olmakta olduğun için bu âlemi devam ettiriyorum. Maksadım bilinmektir. Beni bilmek için en büyük imkânı sana verdim. En büyük imkân, sana sunmak için yarattığım bu âlemi muhabbetimle sardım. Muhakkak beni bilmek idrakine varacaksın”.

Fenâ: Yokluk, hiçlik.

Kulun, fiilini görmemesi hali. Bu mertebede bulunanlar “ Lâ faile illâllah” derler. Üç türlü fenâ vardır.

1.      Fena Fi’l-Kusûd: Kulun kendi şahsi irade ve arzusuna göre değil, Allah’ın irade ve isteğine göre hareket etmesi hali ve lutfûna nail olması. Bu durumda “lâ maksuda illâllah, lâ mabude illâllah” Yarabbi maksat sensin, senin için Rıza matluptur.

2.      Fena Fi’ş-Şuhûd: Allah’tan başka bir şey görmeme. Bu halde “Lâ meşhude illâllah” denir.

3.      Fena Fi’l-Vücut: Varlıkta fani olmak, yalnız O’nu var görmek. Bu mertebede bulunanlar da “Lâ mevcude illâllah” derler.

Bütün bu oluşlar:

Fenâ fi’ş-şeyh: Fenâ fi’l-Pîr’e sâlik olan müridânda olur.

Kusût: Maksat, gaye.

Şuhûd: Görme, müşahede etme.

 

Hiç, el gönülden gizli bir şey yapabilir mi?

Gönül Allah’ın evidir. Gönül, aynı zamanda insan varlığında soyut bir mekândır. Bir gönülde iki sevda olmaz. Yine, gönül lâ-illâ olayının yeridir. Lâ yok; bu akıl ve nefsin hali, İllâ; orada Rabbin oluş halidir. Mürşit’te ise, evliya ve enbiyanın gönlündeki illâ halinden daha kesiftir. Bu her iki halde insan, gönlünden gizli bir şey yapamaz.

Allah, her şeyi bir ölçü ve dengede yaratmıştır. Genelde kader budur, özel de, bu kaderin içinde kendilerine düşenlerdir. Fertlerin ölümlerinin şart olduğu gibi, kâinatın da bir gün ölüm değişikliğine uğrayacağı şarttır.

Dünya ve ukbâ iyiliği, iyi niyet ve ilime bağlıdır.

Hakk geldi, batıl gitti yanlıştır. Daima Hakk vardır, batıl da vardır ama Hakk daima galebe eder.

Yalan söylemeyen, kendine saygılı olan, yani kendini bilenin hakkında söylenen sözler ona zarar vermez, iftihar vesilesi de olmaz.

Sen yüce yaratıcı olan Allah’la olmazsan, abesle iştigal ederek, ömrün manasız ve faydasız geçer.

Akıl fonksiyonunun, gönül yücesine danışmadan yaptığı hareket makbul olamaz. Hidayet Allah’tandır. Hidayetin yoğunlaştığı yer gönüldür. Gönül sahipleri şüphesiz insandırlar.

Kul hakkına riayet şarttır. Kul hakkına ancak Hakk sahibi riayet eder. Riayet etmeyenden bu yüksek haslet alınır. Kul sahibine verilir.

Allah seni yarattıkları içinde yüce kul olarak halk etti. Sen bu yüceliğin hakkını vermezsen, hayvan gibi yaşarsan, huzuru ilahiye kul hakkı ile çıkmış olursun. Kaybın çok büyük olur.

Sen de Halk olduğun için Halktan uzak olamazsın. İyi, kötü nedir? Acı, tatlı nedir? Bunlar boşuna mı yaratıldı? Beş duygunun manası ne? Devası ne? Sefası ne? Sor ki öğrenesin. Sen seni kim bilesin.

En büyük israf, zamanı boşa harcamaktır. Zaman bir süre içindedir, geçicidir. İfadeyi uzatmak, sulandırmak, senin dediğin, benim dediğin diye münakaşaya ve nizaya çevirmek cehalettir, çok değerli olan zamanı telef etmektir. Bu ham ervahın işidir.

Hırstan, zulümden âlemi çektin. Sevgi ve cömertlikle davranmak istedim. Benim istediğim her halükarda Hakk’ın istediği gibi oldu. Ben yüce yaratandan korku ve ümit içinde oldum. Kuran’ın deyimi ile (Havf’i ve Reca) benliği sardı. Allah’ın azabından, korkarak ama rahmetini umarak, ümitsiz olmadan güven içinde olmak her kulun kârı değildir. Azameti ilâhı ancak beni sindirdi. Ben demekten kaçındım.