RÜYA

Bir adam var.  Hali vakti, rızkı  yerinde değil kendince.  Merak ediyor, dertleniyor ‘Yarabbi benim rızkım neden kıt herkesin çokken?  Rüyamda göster bana’ diyor.

Bir sürü musluk görüyor rüyasında. Hepsi akıyor, bir tek onun musluğu az akıyor. O da az aktığı  için kızıyor, akanı da kapatıyor.

Hâlbuki esas yapması gereken kapatmak yerine açmak idi.  Biraz genişletseydi ya…

Bizler yüce yapıyız evet.  Ama ısrarla ve inatla, cüce gibi yaşıyoruz.

ALLAH RAZI OLSUN

‘Ziynetlerinizi kapatın, göstermeyin’ deniyor.  Allah da ‘Açın’ diyor.

Kiminki geçerli? Allah’ınki.  Allah, Allah’tan razı olsun! Acaba ‘Biraz senin biraz da benim dediğim olsun’ mu diyor?

Peygamber dahi olsa, ‘Ben padişahım, cariyelerim var, hizmet edenlerim var, her gün istediğim şeyi yapıyorum, her yere girebiliyorum. Ama bunların hepsi size yasak, bir tek ben yaparım!’ diyen zihniyetlere karşı ve onlara rağmen, Allah’ın dediği olur sadece.

Allah gaflete düşer mi? Düşmez elbet!  Gaflet sana lüzumludur, O’na değil.  Zaten sen uyursun, hasta olursun, uyuz olursun, dertlenirsin, gafletten gaflete düşersin.

Ayna olduğunu bil, kâfi…

AYNA

Suya bakıyorsun.  Bulanıksa, görebilir misin kendini?

Aynan da öyledir.

Senin aynan lekeli.

Kirli.

Miskin.

Silinmemiş senin aynan.

Neden silmiyorsun sen, senin aynanı?

Kimin izdüşümü var senin aynanda?

Neden, onu silmekten bile acizsin?

Senin aynan lekeli.  Pırıl  pırıl yapmalısın onu.  Ne kadar hayıftır, aynan olduğu halde izinin düşmemesi.  Farkında olsan, her gün cilalarsın.

İnsan muhteşem bir aynadır.  Oraya, Allah’ın izi düşer.  Ama cilalı değilse nasıl da ziyan, değil mi; aynası olduğu halde; üstü benlikle, hasetle, kinle lekelenmiştir…

Bu sohbetlerde, biz sizin arabanıza yaklaşıp camınızı silmeye kalkanlar gibiyiz…  Ama siz bahşiş vermiyorsunuz.

Sizler böyle birer aynasınız işte… Kimi aksettirmek istiyorsunuz?  ‘Gönlünü, evini pırıl pırıl et, sultan teşrif edecek’ denir ilahilerde.

İnsan, bir insanda olması gereken bütün kabiliyetleri ve verilmişlikleri taşır aslında.    Aynasını silmesi yeterlidir.

Peki ya ‘ümit’ nedir?  Aynayı karalamışsan ve hep ona bakıyorsan ve buna ümit diyorsan, bir daha düşünmen lazım gelmez mi?

Mesnevideki hikâyeyi hatırlar mısınız:  Resim yapmaya ömrünü vermiş iki grup gelir.  Aralarına perde koyarlar ve iki ayrı duvara resim yapmaya başlarlar.  Biri resim yaparken öbürü boyuna cilalar.  Perde kalkınca, bir duvardaki resim, karşı duvardaki cilanın üzerine düşer.

Bu yaşa kadar ne yaptın?

Muhteşem aynanı kirli tutmaktan başka?

Bu dünya bir yap-boz, yap-sil tahtasıdır.  Çoğu kişinin aynası kirlenmiş, karalanmıştır; sonunda da öylece kalmıştır.  Hiç temizlemezler.  Fiziksel yapında bir ufak operasyon seni güzelleştiriyor.  Huyundan bir nebze operasyon düşündün mü hiç? Huylu olasın.

Yaradan, kendini görmek için seni yaratır. Sen, yaratılmış olansın ama aynı zamanda aynasın yani Yaradan’ın kendisisin.  Aynaya baktığın zaman kendini yani O’nu görürsün. Aynanı temiz tut ki, görebilesin.

Kirli tuttuğun için çıkamıyorsun işin içinden…  Elmaya dersen ‘Senin tadın, rengin nedir?’  diye; ‘Âdem’e sor tadımı, rengimi’ der.

DOĞURGANLIK 

Bir varlık yaratabilme hediyesi; boşuna verilmemiştir kadına.  Mümkünse, bu verilmişliği yaşamadan gitmeyin.  Kulağınız varsa duyacaksınız, burnunuz varsa koklayacaksınız.

Doğurgansanız doğuracaksınız…  Rahim ve doğurganlık verilmişse eğer; doğuranla doğurmayan bir değildir.  Bazıları ise, hamileliğine şu veya bu nedenlerle kendi karar vererek son verir.  Allah’ın işine burnunu sokmaktadır bu insanlar.  Sen burnuna burnunu sok bakalım; becerebiliyor musun?

GÖNÜL; ALLAH’IN EVİ

Bu sohbetlere gelenler ve okuyanlar, ‘bu konuları ve tutumları kabullenmesem buraya gelmem, bunları okumam’ diyorlar ama hayır; kabullenmekle kabullenmemek arasında bir haldesiniz aslında.  Anladığınızı sandığınızda bile, anlamanın henüz çok gerisindesinizdir.  Ayrıca, hayatta her konuda birilerine kabahat attığınız zaman siz hep ‘kuzu’sunuz.

Tasavvuf zordur, kolay zannedilir. Mevlana’nın birkaç cümlesini, hikâyesini okuyan; anladığını  zanneder.  Hâlbuki bu deryaya şöyle biraz daha daldırsanız, inci dolacak elleriniz… Oturup durmayın öylece yerinizde. Tecelliye bir anlık mazhar olmak için hareket edin ve dua edin.

Denizdeki balık ev mi yapar köprü  mü yapar?  ‘Kış geldi manto giyeyim, araba alayım’ diye düşünmez.  Yüzer sadece.  Sen de önce varlığının gereğini yaşa.  Bu güzel âlemde bigâneye (ilgisiz olana) yol vermezler.  Muhabbeti ve isteği yoktur; talebi yoktur da ondan.  Ne at, ne at binen, ne koşan, ne de âlim isterler. Ezelden beri kadim aşk kimde varsa; kim ısrarlı ise, onu isterler.   Dergâha geldin madem, bu yazıları okuyorsun madem; varlığını arz etme, fakir ol.  Yokluğun, iftiharın olsun.    Dışarıdan ne olursan ol; içinden ne haber?

Bazıları bu halde değilken, en üst cenneti ister.  Daha gönül düşüncesinin haline girmemiş, boşa secde eder ama orada büyük mükâfat ister.

Allah’ın evi gönüldür.  Her ne sır varsa, Âdem’dedir.  Dışta kalıp şeytana uyma. Batılı tasavvur etme. Hakkı bilen Allah’ı bilir.  Zahirin dilinde Allah var, aşığın ise kalbinde.  Kimseyle alay edip küçük görme, Hakk’a vakıf ol.  Eşyadan ayrı gayrı değilsindir aslında.  Varlık, rahman ve rahimdir (koruyucu ve gözetendir). Daha üstünde varlık yoktur.  Hazine gizlidir.  İnsan cüzi iradesinin varlığına vardığı zaman külli irade, cüzi iradenin önünde diz çöker.  Burada tatlı yok, acı da yok. İkisini de bir görmediğin için ıstıraptasın.  Bütün âlem makrodur. Cüzi irade (mikro âlem) ise sensin.  En sonunda külle gark edeceksin. İlahi sistem böyledir. Allah’ın yarattığı âlemden geç; yarattığı mektebi-i irfana gel.