Kalbî sevgi Allah’tan gelir,

Sevgi karşılıksız olmaz. Allah dahi sever ve sevilmek ister. Allah, severek yaratır. Yarattığının da sevilmesini ister. Bu müşahhas yani soyut sevgiden, mücerret yani somut sevgiye gidilir. Esma-i Hüsna ile Allah; yarattığından yaratığına, mahlûktan Halik’e, Halik’ten mahlûkadır.

Allah; koca çınar ağacını, küçük bir çekirdeğin içine sokmuştur. Her ağaç, her varlık böyledir. Allah sevgiyi, insan sperminin, yani tohumun içine koymuştur. Bu tohum, filizlenmezse çürür.

İnsanın iradesi, insanı yaratıklardan farklı oldurur. İrade, ilahi iradeye bağlı olmalı. Ruh cevherdir, arâzı insana aittir. Sevgiyi, Allah insana koyar. Kalbî sevgi, direk Allah’tan gelir.

Allah’ın sev dediği, sevilir. Sevilen, kusurludur. Bu kusurlar, ona olan düşkünlüğü bertaraf eder. Asıl sevgi, sevgiyi veren el Vedût olan Allah’tan gelir. Aslı, O’na aittir.

 

Allah buyurdu; Ben size yeterim:

Bilinmek istedim! Onun için bu âlemi yarattım. Yaratılan bu âlemde, güzellik, fayda, dolayısı ile sevgi ve üzüntü de var. Varlık içinde de, muhatap olarak insanı yarattım. Beni anlamak zordur. Bunun için merhametliyim. Size verdiğim idrakle Bana sığının, dayanın, ancak Ben size yeterim.

Bismillahirrahmanirrahim diyen, başka konuşmaz, konuşmanın ötesinde, sukut haline geçerse (Ben oradayım). İnsan, halden hale geçen yegâne varlıktır.

Süphan Allah, Elhamdülillah, Allah’u Ekber; Hak’dan halka, halktan Hakk’a rücûdur. Yani, aslına rücûdur. İnsan, idrakiyle ve aklıyla hamd eder.

Yegâne Veli, Allah’tır. Allah’ı veli edinenin, veliye ihtiyacı yoktur. Allah’ın kulu olmak, kâfidir. Varlığımız, Allah’tan gelir. Buna hamd etmek, hamddir. Hamd, ahrette de devam eder.

Kendi kendine yeten yegâne varlık, Allah’tır. Ben kendi kendine yeterim diyen, çok ziyandadır. Allah’a sığınan kazançtadır.

Allah’ın verdiği her organı yerinde kullanmak, hamdetmektir. Her halükarda Allah’tan razı olmak, Allah’ın kuluna verdiği lütfü ihsandır. Çünkü alması da vermesi de güzeldir. Hamdetmek, Allah vergisidir.

İradenin, memba-ı menşei Allah’a aittir. Hamdü sena Allah’a aittir. O’nu öven, kendini övmüştür.

Allah mülkün, ortaksız hakiki sahibidir ve varisidir. Mülkün bir kısmını dilediğine, muvakkaten verir, dilediğinden alır. Bu insanın bu mülke sahip olduğu zaman, nasıl davranacağını göstermek içindir.

Allah’ın kulu olmak, insana şeref ve izzet verir. O’ndan başka birinden izzet aramak ve beklemek, cehalettir. Teşhis edilemiyorsa, bir kişi şahsiyet sahibi değildir. İzzet, şeref, onur; Allah’a aittir. Allah’tan kullarına, muvakkaten verilmiştir. İlmiyle amil olan, aziz olur. İzzetin tamamı, Allah’a aittir. İnsanda salih amel olmalı. Allah’sız erdemlilik köklenmez.

Bu hayal olan hayat içinde, insan hakikate ermek istiyorsa bir mürşidi kâmile rast gelmesi lazımdır ki, “mutu ente mutu” sırrına mazhar olsun.

 

Allah, bilerek yaratır.

Varlığı kendinden olan; var olmak için başkasına muhtaç olmayan, ebedi ve ezeli mutlak varlık; Allah’ın varlığıdır. Bir de mümkünül vücut olan; yani olması ve olmaması aynı ölçüde imkân dâhilinde bulunan, varlığı kendinden olmayıp, yaratıcıya muhtaç olan, başlangıcı ve sonu olan varlık vardır.

Allah, her varlığı bilerek yaratır. Yarattığına süre verir. Bu süre içinde, hükmü tahakkuk ettikten sonra daha başka yaratışa geçer. O; Hallak’ tır, durmadan yaratır. Bu yüzden kaza ve kader, O’nun elindedir. O’nun izni olmaksızın, bir yaprak dahi yere düşmez. O’nun takdir ettiğinden, başkası gerçekleşmez. O’nun bu sistemine kader, tahakkukuna da kaza denir. Bu da insanın iradesiz olduğu, Allah’ın insanın üzerinde zorlaması olduğu anlamına gelmez!

 

Hiçliğin varlığı, Âdem’ dir. Âdem’ in hiçliği, hakiki varlıktır.

Aslında hiçlik kavramı, merkezi bir öneme sahip olmuş oluyor. Hiç ve hep kavramları, Âdem ve vücut kavramlarının mukabilidir ve burada her ikisinin de izafi olanı kastediliyor. Yani izafi olan yokluk, izafi olan varlık, Cenabı Hakk’ın mutlak varlığı; her ikisinden de münezehhtir.

 

Hasenat, şahsidir. Şahsına aittir. Şahsına ait iyilik, vardır.

Saliha’da, ihya vardır; iman vardır; faaldir. Başkalarına iyilik vardır.

Su, temel bir ihtiyaç maddesidir. Şerbet, ihtiyacın ötesinde insana lezzet vermekte; şarap ise lezzetin de ötesinde, sarhoşluğa sebep olmaktadır. Böylece, insanın ihtiyaçlarından en masum olanından başlayarak, mahzurlu ve haram olana doğru gidildiğini görüyoruz.

Buda’ya göre nirvanaya ulaşmak için, insanın bütün arzularından kurtulması gerekmektedir. Hâlbuki insan, meftunu olduğu şarabı tercih ediyor. Yani arzuları, en katmerli, en kötü olanını yapıyor. İnsanın bu yaptıklarında, seçtiklerinde Hasenat, sonunda kendisi faydalanıyor demektir.

Salihat ise, kendisine değil başkasına fayda veriyor demektir.

Kamil yaşta bir öğretmendi. Hem de edebiyat öğretmeniydi. Üç yıl mürşit dediği öğretmenin yanında tasavvuf okuluna devam etti. Mutlaka hizmeti oldu. Allah’ın insana sunduğu estetik güzelliğin mülkte olan çiçeği, sulamadı. Bilakis o çiçeğin saksısında sigara söndürdü. Bu yolda mürşidin öğreti ve ikazlarına kulak asmadı. Sen bu okuldan bir şey alamıyorsun, geldiğin yere git diye gönderildi. Geldiği yere gitti ama yine de bu feyizli okuldan bir şeyler almıştır.

 

Mazi arkada kaldı. Ati yani istikbal yaşanmaya başlandı.

Aklı mazide kalan, istikbali, yeniliği yaşamadı. Evlilikten evvel hayat, mazidir. İbret alındıysa, vefa duygusu taşır. Şimdi istikbal yaşanmalıdır. Dün, annesi ile babası ileydi. Bugün kocası ile yepyeni heyecanı, değişik bir hayat başlıyor. Aslında mukaddes olan bu hayat da; dünyaya yeni bir insan gelmesi hususunu taşır. Bu ilahi idrakten mahrum olan, bu olaya hizmetten öteye mutluluğu yaşayamaz.

Yine kırk yaşını aşmış bir hanım geldi. Ona dendi ki, biz ormanları sulayamayız, ormanları Allah sular. Biz de bahçemizi sulamalıyız. Bahçesini sulamayı bilmeyen,  bunu öğrenmeye gayret etmeyen bu ilahi okulun talebesi olamaz, geri çevrilir. Sen bu okula layık değilsin denir.

Âlim-i Mutlak olan Allah’ın, ilme ihtiyacı yoktur. İlim, kul olan insan içindir, ilim de ona verilmiştir. O ben biliyorum der de, öğrenmek istemezse, cahil zümresindendir. Cahil, bir şey değildir. Her şey bir şeydir, cahil hiç bir şeydir. Cahil, âlimi sevmez, o da benim gibi olsun der. Kambura demişler ki, senin kamburunu mu düzeltelim, yoksa herkesi kambur mu yapalım? O da demiş ki, herkesi kambur yapın.

Tedbir bizim, takdir Allah’ındır. Suret âleminde yaşarken, benlik tezahüründe sabır ve teenni ile davranmak, cüz-i varlığınızda küllü varlığa dayanmak şarttır.