İnsanın ideali – sistemin planı?

Acı olmazsa tatlının aranmadığı gibi, merak olmazsa arama da olmaz!

İnsan neyi araştırıyor, neyi öğrenmektedir, istediği nedir?

İnsanın bir ideali olmalıdır. Çünkü ideali olan insan hırsla çalışır ve o ideali onu değerli kılar! Mesela, ‘çok şahane bir otel yapayım, orada her türlü hayat süreyim’ der. Bu uğurda çalışır, başarır…

Fakat öte yandan, bir de ilahi sistemin bir düzeni vardır ve asıl o geçerlidir! Yani, bu yüzden, o insan çalışıp idealine kavuştuktan sonra ya ölür ya da hasta olur veyahut da orada yaşayamaz hale gelir. Ama onun yaptığı otelde yine insanoğlu yaşar, o da başka bir oluş içinde olur!

 

Peki, çalışmayalım mı? Hayır, o imkânsız! Bir işten boşalır boşalmaz, yeni bir işe gir! Nefsini meşgul et, sen onu meşgul etmezsen o seni meşgul eder!

 

Ben hep şöyle dua ederim. Allah’ım bana sıhhat ve afiyet ver. Hayırlı amellerle, daima bana iş gücü ver ve daima faal olayım. Beni işsiz, güçsüz koyma. Âmin.

 

Çalışıp yalnız şan şöhret sahibi olmak için; ilim elde eden, profesör olan, her hali her mesleği kullanan, şan şöhret sahibi olur ama o, yine manasız ve ruhsuz olarak kalır. Gayretle çalışarak her türlü şeyi elde etmek, imkânı insana verilmiştir. İyi hasletlerin, iyi şeylere sebep olması gibi, kötü şeylerin olması için de, kötü hasletlere imkân verilmiştir. İnsanın üstesinden gelemeyeceği, gücünün yetmeyeceği hiçbir şey yoktur, yeter ki azimle onu elde etmek istesin. Ama ona verilen bu gücü kullanarak istediğini yapabilme serbestîsi dolayısıyla, mükâfat ve mücazata tâbi (seçimlerinden, yaptıklarından sorumlu) tutulmuştur.

 

Ruhum Rabbime aittir ve ölümsüzdür, lâtiftir.

 

Allah’ın insanlara verdiği güç, insanın yüklendiği şeylerin üstünde bir güçtür. Çünkü cüz-i idrak, külli idrakin içinde ve teşkilatındadır. İşte bu özgürlük dolayısıyla da, mükâfat ve mücazata tâbidir.

Külli varlık, cüz-i varlığa girer ve çıkar. Cüz-i varlığın yeri bedendir. Küllün bedeni Ahediyettir.

Beden, insanı beden âleminde tutar. Ruh, bu kesafet âlemine bir süre için girdi. Bu âlem kesret (çokluk) âlemi olduğu için ruh, bedenlere girdi ve ‘ben’ oldu, ‘biz’ oldu. Bu “ben ve biz” cüz-i dir ve bir süre içindir. Ruh, bedensiz âlemi özler ve bir süre sonunda aslına rücu edecektir. Şüphen varsa, bekle de gör!

 

Ölümle, beden beden âleminde kalır, ruh da ölümsüz şuhut âlemine döner. Oradan tekrar beden âlemine girer ve daha adil insan olmağa başlar. Aslında bu âlem, ne uyanık ne de uykudadır. Hakem ve Hâkim olan Allah’ın emrindedir. Bedenin dış yüzü ölümlüdür, ölür. İç yüzü ise diriliştir, ölümsüzdür.

Burada beden ölmeyeceğini sanır. Ruh ise, bir çıkış kapısı bulamadığı için ümitsizliğe kapılır, ölmek ister. Ölümlülük ve ölümsüzlük de yine izafidir. Hakkın nazarında birdir. Devam edip giden zaman içinde, bir dalgalanmadır.

 

Ehli Hikmet – Mürşidi Kâmil

 

İnsanın gönlü kalbi selimse, onun her hali temiz ve salim olur. Ehli hikmete, ehli ilhama böyle bir hususiyet Beka âleminden bir armağandır. Bir et parçasından ibaret olan göz, ehli hikmette âlemleri seyreder. Gece uykuda gören göz, bu nura sahip olduğundan âlemleri seyredebilmektedir.

Böyle bir nurun idrakine sahip olmayan göz, rüyada hep eşya görür. Senin de rüyanda gördüğün ve yaşadığın olaylar, senin emrin ve iraden dışında gelişir. Hatta rüyalar da semboller âlemidir.

 

Beş duygunun ötesine varmış olan Mürşid-i Kâmil, Allah’tan gelen bir ilham ve bir talimatla hareket eder, hiçbir şey onun elinde değildir.

 

Hazreti Musa, kavmi ile yarılan denizden salim çıktı da Hz. Muhammet zuhura geldi. Hz Muhammet’le de iş bitmedi. Hükmü Billâh devam ediyor. O daim ve mevcuttur. Onun dediği olur. Zaten ondan gayrı bir şey yoktur. Onsuz âlem, hayal ve gölgedir. İnsan-ı Kâmil de, bu hayal ve gölge varlık içinde hayret içinde, hayal gibi yaşar.

 

Kuran’da “Allah insanı güzel bir suret üzere yarattı” diyor. Şimdi burada, insanlar arasından bir düşünür çıkıyor. Bu adamın zekâ testi sonucu IQ’ su 195 olarak tespit ediliyor ve zamanın zekâ rekor derecesini kırıyor. Buna göre, yaratıcılık, cesaret, azim, sabır, tevekkül, sağlıklı karar alma yeteneği, başkasını kendinden çok düşünüp kayırma, kendini geliştirmiş üstün insanın vasıflarını taşımaktır. Görülüyor ki Allah insanı böyle üstün kabiliyette yaratmıştır. Ona bir meziyet vermiştir.

 

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği kişisel sınırlar içinde bocalar ve onun dışına çıkamaz. Meğer ki bir Mürşidi-i Kâmilin aşısına uğrayıp, kişisel sınırları genişleye; tıpkı, meyvesiz bir ağacın aşılanıp meyve vermesi gibi.

 

Meziyetli, olgun bir insanda, diğerkâmlık vardır. Yani hayır, hasenat sahibidir ve bin bir gösteriş ve lüksten uzak durur. Ancak insan bu şekilde yaşadığını anlar, hayat bulur ve tabiatın ötesine uzanabilir. Aslında hayat bir seçimler dizesidir. Kâmil insanın her seçimi, onun için yeni gelişen bir fırsattır. Böyle insanlar daha çok deneyim yaşarlar. Bunlar, ilâhi aşk arayan insanlardır. Bunlarda tevhit bakışı daha çok olur. Kesrette vahdeti yaşamak üstünlüğüne sahip olurlar. Bu yoldaki insanlarda, tevazu olur.

İnsan ulvi meziyetlere sahip olunca, alma durumundan verme durumuna geçer.

İşte asıl yükselme yolu, “vermektir”. Yani paylaşmak, bölüşmek, var oluşun tadını çıkartmaktır.

Maddi yükselmeye sahip olanlarda ise benlik ve eza artar!

 

 

Veciz sözler:

 

İhtiyarlık, gençliğin akabinde gelir. Gençliğini nasıl geçirmişsen, ihtiyarlığın da öyle geçer. Bu dünyada neysen, bundan sonraki âlemin de buna benzer. (Bugün âmâ olan, yarın dahi âmâdır elbet.) Görme özürlüler örnek verilerek, baktığı halde Hakikatleri göremeyenler kastediliyor.

İnsanın bu âlemde Allah’ı görmesi için, bu âlem hiç olmalıdır.

Bu âlem varken, sûret varlığı varken, Hakikat varlığı nihandır.

Gerçek tektir ve Haktır. Şekli ve şemaili olmayanı, akıl nasıl kavrasın! O, gözünün gördüğünü ve kulağının işittiğini, dilinin tattığını anlar ve bilir. Aklı bunlara erer.

 

Dünyanın boş ve fani olması, Allah’ın Bâki olmasındandır.

 

Tehlike haberi yalan dahi olsa, tehlike ihtimaline karşı dikkatli olmak lazımdır.

Ehli gönlün öyle hali vardır. Der ki “Tedbirini berk eyle, takdir Huda’nındır.”

 

Hiçbir kimse yeni bir şey söylemiyor. Yeni bir şey tecelli edecek ki söylensin. Bekle!

 

Sabır; sıkıntılı ve acıdır. Ama neticesi ferah ve tatlıdır.

 

Ben seni seviyorum diyen bir kimse, benim her halime katlanan bir kimsedir.