Her şeye sahibim ama ben bana sahip değilim.
Ben, bu dünyadaki insan olarak, bu dünyadaki insanı konuşuyorum. Bu dünyada mutluluk; mutsuzluğun yaşanarak letafet alemine layık olarak girilebilmesi ile sebeplerden, müsebbibe bakarak neye layık olunduğunun görülebilmesi içindir.
Allah, insanla ve diğer tüm varlıklarla beraber kainatı mükemmel bir nizam ve denge ile yaratmış, insana farklı olarak akıl ve irade vermiş, diğer canlılardan üstün kılmıştır. Bu dünyadan maksat insan, murat Allah’tır.
Nefsini Allah’a teslim eden her türlü güzel, güzel olmayanı Allah’a havale eder. Zaten Allah’ın emri olmadan, bir yaprak kıpırdamaz.
Dünya tektir, ama sınırlar konmuş. Uluslar ayrılmış. Allah tektir ama dinler ayrılmış. Bu da kesret alemi işidir. Sınırlanır. Dinler ve uluslar gibi ayrılıkların kalkması ile, tevhid olur.
Mana, maddesini bulmadıkça havada kalır. Madde, mananın kıyafetidir. İdrak ise, varoluşsaldır.
Yaşam, sana görme yeteneği verir. Albert Einstein, ‘bilim olmadan din kördür, din olmadan bilim eksiktir’ diyor. Bunu, Doğu’da görebilirsiniz. Doğu eksiktir. Batı kördür. Gerçek anlamda kör olan; bilim, enerji, güç, teknoloji verebilir. Fakat özvarlığına göre içgörü veremez. Doğuda insanlar içgörüye sahiptirler ama bir şey yapmaya güçleri yoktur. Doğu ile Batı bir bütün oldukları zaman, insan eksik olmayacak, kör olmayacaktır
Gelenekçiler akılsızdır. Gerilerde kalma.
Ciddiyet, cehaletin bir parçasıdır. Yani içi boştur. İçi boş olduğu için de, katılmaz ve mesuliyet almaz. Sen hayatın icine dal, onun parçası ol, onunla birlikte titreş. O zaman yaşam nedir bileceksin. Birçok insanda senin yanında iç görüler edinecekler. Yaşam hakkında soru soranlar, yaşamdan uzak durup içinde olmadıklarından dolayı sorularla telafi etmeye çalışırlar.
Aslında hakikate dair doğru cevaplar yoktur. Sadece kolay olanları vardır. Bir oyun gibi alıp vermeler vardır. Zevk alınır. Bir üstatla bir mürit arasındaki oyun da budur. Mürşidin sözleri, yüreğinden, kendiliğinden dökülenlerdir. O, bir ozandır, bir şairdir, melodidir.
Aydınlanmış bir insan akılsız bir insan olduğunu anlayandır. O hiçbir şeye tapmaz, herşeyi kutlar. Onun sana söyleyeceği, salt şiirdir. Din değil, bir el aralanmış bir kapı, tertemiz bir aynadır. Aslında rücu yoludur.
Onun için; doğa, ağaçlar, yer gök, kayalar, nehirler, dağlar, Tanrı’dadır. Yalnız tapınaklar; kiliseler, havralar, camiler değil, Allah’tan olan her yerdir. Sen buralarda yaşamı kutla. Dünya, gerçek olan manevi dünyanın kabuğudur.
Yaşamak zevki, tenkit gözü ile değil tahkik gözü ile bakmayla alınır. Doğayı okuyan, Allah’ı okur. Yaşam zevki de buna bağlıdır. Doğa, müsavvirin bizim için sergilediği zevk alınacak ilahi bahçedir, bağ bostandır.
Doğayı biz tam anlayamadığımız için eksikçe kavrarız. Doğanın olağanüstü güzellikte yapı olduğunu anladığımız ölçüde alçak gönüllülük hissini taşırız. Hayretle kalırız. Böyle bir görüş, dini görüşün dışında da olabilir.
Doğadan anladığımız; onu sadece çok eksikçe kavrayabildiğimiz ve olağanüstü güzellikte bir yapı olduğunu düşünen insana alçakgönüllülük hissinin aşılaması gerektiğidir. Bu, mistisizmle bir alakası olmayan, gerçek imana dayanan bir duygudur. Felsefi naturalist eğiliminde olan bir ateist; doğal, fiziksel dünyanın ötesinde hiçbirşeyin olmadığına ve incelenebilir kainatın arkasında pusuya gizlenmiş doğaüstü bir yaratıcı zekânın, bedenden daha uzun süre yaşayan ruhların ve mucizelerin varolmadıklarına inanan kişidir.
İçten inanan bir inançsızım ben. Bu da yeni bir tür inançtır.
0 Yorum