Bence, din kitapları epeyce tuhaftır. Çünkü asırlar boyunca değişik kişiler tarafından düzenlenerek, tercüme edilerek, saptırılmışlardır. Yaşam kurallarının gerçek kaynağı olarak sunulmaktadır bu kitaplar. Üstelik, bize ‘din ahlaktır’diyorlar.

Bu sohbette, bazı tasavvufî terimlerden bahsedeceğim. Dolayısıyla siz de buradan işiterek öğreneceksiniz. Meselâ, ‘tevellâ’ mürşidin dost bildiğini dost bilmek, ‘tebellâ’ mürşidin düşman bildiğini düşman bilmek demektir. Hakikatte, mürşid-i kâmilin dostu düşmanı olmaz.
Ben insanlar arasında pek lüzumlu değilim çünkü ‘Allah’ diyorum.
İki üç kişinin beraber olmaları, çok belirgin bir karı-koca halidir. Karı-koca, aynı dili konuşuyorlarsa yani aynı zevk ve duygular içindelerse, muhabbetleri uzun vadelidir. Eşler birbirlerine muhabbetle baksalar, meyveleri nur olur. Yoksa senin gibi ekşimiş olur!
Hep ‘ben’ diyen yalnızdır. ‘Biz’ diyen faiktir.
Yine bir tasavvufî terim: ‘İtlak’. Zıtların ayrı görünümü demektir. Yani zıtların aynı görünmemesi. İtlak; zevki, acıyı ve tatlıyı bir görmenin tasavvufî ismidir.
İnsanın kurtuluşu, insanı geçip insan-ı kâmil olmaktır. Hep ‘ben’im diyorsun ama sen, sen değilsin aslında. Yokluğun sırrındadır varlık. Neden yoku var zannediyoruz? Düşün! Adem, bir hilkat yani yaradılış muammasıdır. Bedenin senindir diye senedin mi var? İstediğin kadar mukayyet ol bedenine, o yine zevaldedir.
Mutlu olduğun günler, Hak ile yaşadığın günler değildir. İnsan, kaybetmedikçe rahat yüzü göremez.
Mürşid, mürşidinin gönlünü gören mürit ister, burnunu değil! Yokluğun sırrındadır varlık.
Zıtların imtizacı yani kaynaşması olan acı ve tatlıyı bir görebilen kişi, kemâl mertebesindedir. Zevâl yani sonlanma, maddenin yavaş yavaş zail olması, ortadan kalkmasıdır. Yani; keen lem yekûn zevki, hiçbir şey olmamış gibi zevk almaktır.
Ehl-i dert, Allah’tan gayrı tesellisi kalmamış olandır. Sen dertli değilsin ki… Öyle derde duçar olacaksın ki Allah’tan gayrı tesellin olmayacak. O zaman işte, o hüzünlünün yüzüne güler Allah.
Yine tasavvufî terimlerden biri; ‘edna’dan, yani aşağıdan. Aklın erdiği kadar vahdet bakışı. Akıl nereden bakar?   Aşağıdan, ednadan. ‘Alâ’dan yani yukarıdan ise; ilhamen, keşfen bakış mertebesi. Edna, aklî bakıştır, Alâ, ilhamîdir.
Suyun kimyasal yapısı aynı olduğu halde, şekli değişik görünüm arz eder. Bardakta, buz olarak, karda, damlada ayrı. Hepsi de birer ilahi sanat eseridir. Sanatsal motiflerini arayan, keşfeden bulmuştur. Böyle eserler vardır. Bunları görmezsen, amâdan farklı olmazsın.   Kar tanelerinin her biri başka şekildir ama hepsi kar olarak birdir. Allah’ın merhameti bizimki gibi sınırlı değildir.
Madde, manânın yoğun halidir. Sevgi, gafletî bir istektir. Muhabbet başka. Sensiz bu alem var mı? Alem seninle var. Sen yoksan alem de yok. İnsanın bedeninde Allah’a en yakın yeri, kalbidir. ‘Kalbî selamlarım sizi’. Can ve harekât oradadır. Ama Allah’ı anmanın en yakın yeri de kalbî zikirdir. Allah’ı bilen mürseli neylesin? Dervişi bilen mürşidi neylesin? Mestiyi, ayyaş şişeden aldı, mestane olan ise şişeyi kırdı.
Emr-i kûn, keem lem yekun vasıflıdır. Kurnaz, öyle bir kurnazlık şaşkınlığı içindedir ki, yüce yaratık olduğunu bilmez. Celalli mürşidi, sakin insanlar bulmalı.
Cihan, harap oldukça payidar olur. Zakir ile mezkûr birdir. Yani zikredenle zikredilen birdir. Taklitten tahkik, tahkikten muhakkik. Sakisiz meyhanede ne işin var? Mürşitsiz dergâhta ne işin var? Yok dediğin, varın inkârıdır. Senin harekatın ile hareketlerin, ancak onun durdurması ile durur, onun feyzi ile feyzlenir, onu bulmakla genişler, ‘bast’ sıfatıyla yaşar.
Onu unutmakla da ‘kabs’ halini yaşar, sıkılır. Sıkıldın mı, bil ki Allah’ı unuttun. Onu hatırlarsan ‘bast’.
Bağlanmak için hakiki dost Allah’tır. Allah’ı dost edin, her şey senin dostun olur. Sana şah damarından yakın olan Allah’tır. Ölüm gelinceye kadar Rabbini unutma. Öldükten sonra Rabbini unut da göreyim! Kim ne kadar nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa o kadar hayırlı olur; kendine ve kendinden hayrı olmayan insana.
Veli; diriltip öldürmüyorsa, o veli değildir. Bazen ruhun kalbine güneş doğar, bazen de bulutlanır. Bu, yağmur yağacak demektir. Yağmur, rahmettir. Şeriat, dünyanın kanunu; manâ ise kudretin kanunudur. Yeryüzünde muhabbet-i ilahi dinlemeye yetkili bir kimse zor bulunur. Mülk ve saltanat kimindir? Herkes bilginin; o, saltanatın peşindedir. Şüphenin zairi ile irfan çoğalır.
Gayb. Yine tasavvufî terimlerdendir. Gaybden vücut alemine ne kadar şuhut (şahit) olursan, sen o kadarsın. Hayret ve dehşet içinde kalan, ‘Subhanallah’ desin. İnsan için maddi ve manevi hususu, onun çalıştığı kadardır.
İnsana sıhhat ve afiyet veren yegâne şey, kendi alın terinin kazandığını yemesidir. Gaflet, kendi kendimizi yeterli sanmamızdan gelir. Zengin, çok malı olan değil, çok verendir. Güzel ahlaktan başka hiç birşey insanı mutlu edemez.
Ehl-i hal, hallere malik olandır. Halifelik vasfı. Hakkın verdiği ile vasıflanır, bu büyük hücumlara maruz kalır, celâl sahalarında koşuşmalar, büyüklük meydanlarında yarışmalar, hüvviyetin havasında uçmalar gibi öğrenme denemeleri tamamlanır, o zaman ona hakiki manâda halifelik, hilâfet elbisesi giydirilir. İmtihan değil, sen kimsin ki? Allah, sineği imtihan eder mi? Hayır, öğretir. Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.
Her türlü rızk Allah’tandır. Bir dinsiz, dinsizlik uğruna harp yapmaz. Ama dindar, din için harp yapar. Zikir, insana enerji verir. Vibrasyon, ilahi zikirdir. Alemde mevcut olan her vibrasyon, ilahi zikirdir. Yani alem, zikreder.

Din, çok savurgan ve bir o kadar da ölçüsüzdür.

Din, çok savurgan ve bir o kadar da ölçüsüzdür. Doğa tıpkı bir cimri gibi her şeyin hesabını yapar. Hakiki hayat, ölümle başlar. Bu hayat; izafi, süfli hayattır.
Elif, ilahi benliğin suretidir. İnsanları tabi hayattan, doğadan, güzellikten ayırıp mutsuz kılan, siyasi ve dini otoritelerdir.