Cennet Neresidir?

Cennet neresidir?

‘Hatıra hayale gelmeyen, maddi ve manevi nimetleri içinde toplayan, Allah’tan başka yerini kimsenin bilmediği, bu dünya sıkıntılarından geçen insanlar için hazırlanan, mükafat alemidir.’ denir.

 

Yaşam ise harekettir.  Hareketı azaltırsanız vücudu geriletirsiniz.  Ve hayat, insan için eğer bilirsen, Rahman ve Rahimdir.  Varlık Rahman ve Rahim olmakla varlığını sürdürür.

Varlıklar, ölmek ve doğmak suretiyle tekamül ederler.  Bu, bir süreçtir.

 

Kalbin birileri için atar.  Birileri için soluk alır verir.  Birileri için yaşar.  Aslında bütün yaşayış Allah’a dönüktür, ayrı değildir.  Yaşam ve ölüm çarkı, sonsuza kadar devam eder.  Ve yaşam ölümün ötesine geçer.

 

Esasında, öz kimin ses kimindir?  Çalan söyleyen kimdir, dinleyen kim?

 

Hepsi birdir.

 

Akıl gölgedir.  Hakikat güneşi doğunca akıl kaybolur.

 

Tanrısallık adına Tanrı’dan vazgeçilmemesi gerektiğini ve dindarlık adına dinlerin ortadan kalkması gerektiğini görebilenler, geleceğin insanlarıdır.  Mantık eski olanla kalır. Mantıkla herhangi bir sıçrama olmaz.

 

Yeninin olması için eskinin ölmesi lazımdır, birbirinin icabıdır.

 

Eskinin ortadan kalkması güzel bir şey.  Fakat insanların onlara veda etmesi zor.  Zihin daima akılcıdır, uzlaşımcıdır; gelenekseldir, geçmişe tutunur.  Zihni seçenler ölü kalır.  Zihne karşı yeni yaşamı seçenler ise yüksek değerlere sahip olurlar.  Eski ilahlar ölür.

 

Yoksa korkuyor musun?

 

Hiç ilah öldürdün mü ki yeni ilah bulasın?

 

Hikaye:

 

Çok üstün bir müzisyen.  Her yerde çalmış.  Kral onu davet eder.  Çalmasını ister.  Müzisyen der ki, ‘Bir şartım var.  Beni dinleyenler ben çalarken hiç sallanmayacaklar.  Başları kıpırdamayacak.  Kıpırdayanın başı kesilecek.’

 

Kral kabul eder.  Müzik başladığında birkaç kişi hariç, hiç kimse kıpırdamaz.  O birkaç kişi, kendilerini müziğin ritmine kaptırıp, ölüm pahasına kıpırdarlar.  Bunlar, başları kesilmek üzere saraya götürülürken, müzisyen ‘Durun!’ der.  ‘Ben işte esas bunlar için çaldım.’

 

***

 

Saygının canı, muhabbettir.

 

Muhabbet; yoğun bir niyet, büyük bir özlem, avuntu bilmeyen bir tutkudur.  Öyle bir tutkudur ki; yatarken kalkarken, yemek yerken, gülerken, ağlarken Allah’ı düşünürsün.

Hakikat bu kadar yoğun bir arayış haline geldiğinde, deryada bir damla olduğunun farkına varırsın.

 

‘’O’’, benim tam merkezimdedir.   Derunumdaki sestir.  İlham oradan gelir.  Bir makama girişinde yapılan taksim, derinlerime nüfus eder.  Beni istila eder.  Durumumdan ilham oluşur.  Yeni bir beste doğar.

 

Mürşidin yanında olmak, usta ile iş yapmak gibidir.

 

İçimden doğaçlama bir söz geldiğinde, beni dinlerken, dinlemenin ötesinde işitenleri gördüm.  Bir sözümden aydınlandıkları zaman, bütün varoluşun aydınlandığına şahit oldum.  Ama bazen, benimle birlikte yaşayan, yemek yiyen, uyuyan, hareket edenler; şüphe ederler benim bir mürşidi kamil olduğuma.

 

Çünkü, onlar benim halimi yaşamadılar.  Nereden bilsinler?

 

Esas olan barıştır.  Önce kendinizle barış yapmanız esastır. Bu nasıl olur, işte onu bilmiyorum.

 

Adem’e secde, aslında ruha secdedir.  Şeytan, ‘Ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan’ dedi secde etmedi, itiraz etti.  Halbuki o, üflenen yüce ruha secde edecekti, bedene değil.  Hangi maddeden yaratıldığı önemli değildi.

 

Ruha secde etmek umuttur.  Zikir, şeytanın verdiği kaygısını kapatır.  ‘Ben’ kapısını kapar.  ‘Kaygı’, madde ve egodur.

 

Ruh devamlıdır.  Beden ise yorulur, taşıyamaz.  Yine bedenler devreye girer.  Bu, kesrette vahdet, vahdette kesrettir.  Yani teklikte çokluk, çoklukta teklik.

 

Benim aklım ermez.  Akıl nedir ki?  Külli akla tabî olmalıyım.  Zaten öyledir, sen istesen de istemesen de. ‘Razı’, ‘rıza’dan gelmeli.

 

Bu da huzuru meydana getirir.

 

‘Şükürler olsun yarabbi!’ İşte benim için ibadet budur.

 

Diğerleri türlü türlü acı tatlı hallere girerken Ağustos böceği ötüyordu.

 

Neden?

 

Allah’a şükretmek, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve her şeyin yalnız ondan geldiğinin bilincine varmaktır.

 

Şükrün zıttı ise nankörlüktür.  Dolayısı ile mahrumiyettir.

 

Allahu teâlâ; vücud ile mevcud, sıfat ile muhit, etrafı kuşatan esması ile malum, Ef’âli ile zahir, asarı ile görünendir.

 

Bende ise, tasarruf-u ilahidir.  Yaptıklarımdır.  Ben, Hakk’ın tasavvuruyum.  Allah adamı olmaktayım.

 

Allah’ın ruhunu tanıyan insan, Allah’ı her şeyin önüne geçirir.  Aksi takdirde, geçici misal almamız gereken bu dünyayı maksat olarak alırız.  Bu durum, şeytanîdir.

Allah, bizden hiçbirşeyi esirgememiştir.  Yeter ki biz bunu anlayalım.

 

Sevgi yolunda sadece güven vardır.  Her şey, olması gerektiği zaman olur.  Eğer olmuyorsa, onlara ihtiyaç yok demektir.

 

Neden güvenmiyorsun?  Bütün var olan, güvenin aslında.  Ağaçlar, dağlar, taşlar, kuşlar asla evham yapmazlar.

 

Sen neden yapıyorsun? Bunu düşündün mü?

 

Suya kötü enerji verildiği zaman, incelenen moleküller, karmaşık görüntüler veriyor.  Japon bir bilim adamı tarafından belirlenen bir durum bu. İyi enerji verirsen, görüntüler de iyi oluyor.  O halde, bedenimizin dörtte üçü su olduğuna göre hep iyi düşünmeliyiz ki beynimiz de güzel olsun.

 

Dua ilahilerinde enerji vardır.  Sen başkaları için dua etsen, o kimsenin frekans kotlarına tesir edersin.  Herkesin bir özel oluşu vardır. Onun için de, dua ederken dua edilen kişinin ismini sorarlar.

 

İnsan, varlığını yerinde kullanmadığı zaman, şeytan oluyor.  Ve zulüm, ‘şeyler’i yerli yerinde kullanmamaktır.