An tevhit noktasıdır!

 

Sen buraya bana değil, bir hâl’e geliyorsun. Hâl, bir hâlde kalmaz ki!

Senin tamamıyla istediğin ben değilim, ama aslında istediğin şeyin bir kısmı, bende var!

Sevgilin değilim, belki sevgilinin eviyim! Sevgili tektir. Tek olana, sevgili denir.

 

Gelişin O’ndandır, gidişin de O’nadır!

O, hâllere, olaylara, yıllara sahip ve Hâkimdir. Her şey, O’na hayran ve kuldur.

O’nun kulu olmak idrakine, şerefine sahip olmak huzurdur, bundan gafil olmak muzurdur.

 

Âdem, zamanın asrın neslidir, zaman değiştikçe nesil de değişir!

An’a yemin ederim ki sen zarardasın’ çünkü sen zamana uymuyorsun!

 

Ruhun yaşadığı an tevhit noktasıdır, geçmişi an’a giydirir, geleceği de anda unutur!

Aslında geçmişi aramak da, gelecekten korkmak da, Allah’a karşı perde ve avunmadır!

 

Ölümü hatırlatan şeylerden kaçmamız nefistendir. Nefsin varlık sahası dünyadır.

Nefis yok olmaktan korkar. Bundan dolayı da cennet cehennem gösterilmiştir yani;

‘ölmeyeceksin, bundan sonra da hayat var’ demektir. Bu nefis içindir.

Nefse denir ki ‘bu âlemde kimleysen, orada da onunla olacaksın’.

 

Kur’an, sünnet üzere yürümeyi, kulluğu yeğler, bir de Kamil bir mürşide bağlanmayı söyler.

Bu egoizmi ve narsisliği önleyecek bir önlemdir.

Bir yerde kişi, kul olmazsa, sultan da olmaz!

Kul ve Sultan tek bir gerçeğin iki yüzüdür.

 

Külli irade makro sistemi bilir!

 

Külli Ruh, cüz-i ruhu meydana getirdi! Cüz-i irade özdür, nokta-i esrardır.

Küll ve cüz birbirleriyle irtibatlıdır! Cüz-i ruh, külli ruhtan aldığını (spermi) iyi pazar eyledi.

Dünya da ona yatak oldu, mekân oldu. Dünyada görünen damla ve denizdir.

Damlanın acizliğini, sorumluluğunu hatırlatacak her türlü işaretlerden kaçmaması lazımdır!

 

Vahdeti, umman olarak anlarsak, damla ondan bir katredir, cüzdür.

Cüz, ‘ben ve o’ diyerek kesreti, dolayısı ile mekânı ve zamanı oluşturur.

Cüz için, bu geçici bir durumdur, eninde sonunda aslına döner yani ummana kavuşur!

Doğum ve ölüm, bu âlemde kesret ve vahdet olayıdır. Var oluşun aktif halidir!  

Zıtlaşma da uzlaşmanın icabıdır. O da bir nevi kesrette vahdetin oluşudur.

Hayatı kucaklamak için artı ve eksilerin birleşmesine ihtiyaç vardır. Bunlar boş değildir!

Halik- mahlûk sırrında, âşık-maşuk vuslatında, kesret vahdet çalkantısında ve sukutunda Ahed’dir.

(Allah, varlığın aktif hali olan Vahdet de ve sükûtunda Ahed dir)

 

Seni yaratan kendi sıfatları ile yarattı.

 

Bu sıfatlar ondan geldiği için ne son vardır ne de sınır!

Bu sıfatlara emanet edilen gerçek Ben ölmez, elden ele devam eder.

Şimdi Sensin ama bu senin malik olduğun, Sen değilsin çünkü bu Senlik, sana emanettir.

Sonunda senden ayrılacak, geldiği varlığa ulaşacaktır!

Sende emanette duran, senden ileri bir Sen var!

Bunun ne olduğunu şüphesiz anlayana kul olayım!

 

Vahid ve Ahad; kendi Rabbimizle konuşmayı bilemediğimizdendir!

Bu cehaletimiz, gizli şirktir (ortak koşmak) ben içine düşmek, ego kısırlığına düşmektir!

 

Bize gelen her iyilik Allah’tandır. Başımıza gelen her kötülük bizdendir.

 

İlim akıllının aklını, aptalında aptallığını arttırır. İlim daima artıdır.

Allah insanı fevkalade yaratmış, ona bir takım meyveler, çiçekler, sevgiler, sonsuz güzellikler vermiştir.

Ama biz araba yapmışız. Hızlı sürmüş, çarpmış, yaralanıp felç olmuşuz, maddi manevi hasara uğramışız.

Bunun gibi çok misaller verilebilir. Vücudu hor kullanırız.

Görülüyor ki, vücudumuza her ne türlü rahatsızlıklar gelirse, o yine kendi yaptıklarımızdan ve

İhmallerimizdendir. Vücut, yine kendi tamir hususiyetinden çoğunu düzeltir.

Bazen çok düzgün ve sıhhat içinde yaşam, monotonluğa götürür.

Pozitif negatif oluş canlı yaşamdır.

 

Varlığın odak noktası, candır!

 

Öz ve gerçek benlik, candan gelir. Ten candan, can da tenden gizli değildir. Aşikârdır!

İşe bak ki aşikâr, onu gizlemiştir ve şaşırtmıştır. Ve suret âleminde ten, onu da fani sanmıştır.

Yaradılışın en dûn yapısı olan dağ-taş, karanlık gecede mehtabın vuruşu ile enfes bir hal alır.

Bu da canın, maddedeki halidir. Canın en görkemlisi ve sır hali, insanda tecelli eder!

Mehtap nereye vurursa orayı parlatır. Mehtap dünyaya, nur insana vurur!

 

Varlığın bütün notaları, kusursuz bir melodidir. Bu melodi, en çok insana sunulmuştur, insanadır!

Hoşça bak zatına, İlâhi sedayla kulak ver vals yap, mest ol! Âlemin senfonisinde can ol!

Akıl kulağının duymadığı, varlık âleminin enstrümanından gelen bu senfoniyi, Mürşidi Kâmilin canı daha iyi duyuyor. Bu can nereye giderse, konuşmasa bile oraya bir hoşluk gelir.

 

Akla dayanan, aklın idraki içindeki can başka, canan sevdasına düşmüş gönül hanesindeki can başkadır!

Beden meskeninde aklın bir önü bir de arkası vardır. Canın arkası, önü ve yönü yoktur. O nurdur, aydınlıktır. Maddi varlık, karanlık ve loş bir varlıktır, onu mehtap parlatır, suda yakamoz yapar!

Hakikat varlığı bu bildiğin mekânın ötesinde bir varlıktır.

Rabbimize en yakın yönümüz olan canımız, hem suret hem de hakikat yanımızı yansıtır.

 

Yeniliğe açık olmak lazım!

 

Bir insan geçmişin hesaplarını verirken, o hesapları öderken, müdahale edemeyiz!

Aklanması lazım olacak ki yeni lütuflara müstahak olsun.

Ödenmesi lazım gelen hesaplar ödenir!

 

İyilere uğurlu, kötülere uğursuz deme! İkisini de ağırlaveikisini de uğurlu gör!

Eskilere takılma, yenileri bekle!

 

Bu son zamanlarda görüldüğü gibi kaygı, evham, panik atak gibi ruhi sıkıntılar kesifleşmiştir.

Bu yüzden insanlar, psikiyatrlara koşuyorlar. Hâlbuki bu yeni bir doğuşun, doğum sancılarıdır.

Doktorlar da bu sancıyı dindirmek için, hep ilaçlar verirler. Bu bir avutma ve uyutma işidir.

Doğum sancıları çekmemizin sebebi, doğuma henüz hazır olamadığımız içindir.

Bu da nefsimizin bir yere takılıp kalmasındandır.

Bu doğum er geç meydana gelecektir. Alametler onu gösteriyor!