Allah’ın Safasını Müşahade!

Bu dünyanın ötesinde, nice âlemler var. Bütün mesele, bu dünyanın; insanın yüce yaradılışına yakışır, feyiz aldığı bir yer olduğunu ve bu sebeple halk edilmiş olduğunu müşahade edebilmesidir, idrakidir. Çünkü Allah bu konuda insana, her türlü yetki ve düşünme hürriyeti vermiştir. İrade, cüz-i de olsa insanın elindedir.

Âdemin üstünlüğü de, bu müşahededen gelir. Müşahede iki türlüdür. Biri edna, diğeri âlâ’dır. Edna en düşük olan madde, eşya ve arz âlemini müşahededir. Âlâ ise, en yüksek olan mana âlemini müşahededir. Asıl olan cevher (ruh), kendi madenini bilmeyi arzu eder, ama akıl kendini müşahede eder!

Gaybet halinde iken; müşahede ettiğin kevn-i mekânı, semayı, şu gördüğün sema zannetme. Gayb âleminde daha latif, daha yeşil, daha saf, daha parlak, sayısız, hesapsız gökler vardır.  Kendi iç saflığını arttırdıkça ve ilerlettikçe Allah’ın Safasını seyredersin. Allah’ın safasında seyir; seyr-ü sülûkun sonudur.

Aslında ise Allah’ın Safasının sonu yoktur!

Gayb âleminden, bir inen nur vardır, bir de yükselen nur. Yükselen kalpten yükselir, inen arştan iner. Vücut ise Arş ile kalp arasında bulunan bir perdedir. Aradaki bu vücut delindiği ve kalpten Arş’a bir kapı açıldığı vakit, bir cins kendi cinsine özlem duyar. O zaman, nur nura yükselir. Nur nura iner. Nur üstüne nur olur.

Bedenin hakikati şudur. Kalp arşa özlem duyar, arş da kalbe iştiyak duyar. Aralarındaki vücut ve nefs böylece cem edilmiş olur. İyi bil ki melek, nefis ve şeytan ayrı ve senin dışında bir varlık değil, aksine sen onlarsın. Bunun gibi yer, gök, kürsi, cennet, cehennem, hayat, ölüm de senin dışında olan şeyler değil. Sende bulunan şeylerdir. Seyredip sabırla saflaştığın zaman, bu sır sana açıklanacak inşallah.

Dua ederken iki elin açılması, biri salik ameli, diğeri teslimiyeti temsil eder.

Şöyle dua et!

Subhane Aliyyül Kebir,      Subhane Aliyyül Âlâ,      Rabbi ve Kadiri Ehad,     El Ehad!                                                            

 Allah Zatı ile değil Esması ile bilinir!

Allahın ipi, onun kuluna sunduğu El Esma-i Hüsna’sıdır.

Hakkın esmasından kalbin bir hissesi vardır. Dolayısı ile bu sıfatlar, kalpteki nasip ve istek vasıtası ile tecelli ederler. Sıfatlar, sıfatları getirir. Onun için sıfatı esmayı tesbih yani zikrederiz. Sıfatlar, sıfatları getirir. Zatlar, zatlar için tecelli eder. Tecelli, müşahede ile vukua gelir. (Kendi) Esma-i Hüsna’sını iyi bilen, Allah’ın ipine yapışmış demektir.

(Fadl ve Adl) Cemali ve Celali tecelli sıfatlardan olan tekvin, icat, öldürme, diriltme, merhamet etme ve cezalandırma vesaire gibi fiilleri icra etmek sureti ile kalbin bu ahlâkla ahlâklanması ve bu sıfatlarla muttasıf  (vasıflanmış)  olması hasıl olur. (Kişinin kalbinde bu yukarda sayılan sıfatlardan hangisi varsa, Allah’tan o yönde tecelli ve müşahadeler gelir! Ve kalp o yönde güçlenir. Esmalardan kalbin hissesi vardır bu demektir).

Esma bize mükemmel olanın Allah, eksik olanın kul olduğunu söyler.

 

EŞ ŞEHİD-   Mümkün-ül Vücud Allah’ın varlığına şahittir,

Varlığın tamamı, ayetlerden (delillerden) oluşur. Yani ayetler Allah’ı söyler. Varlık, TEK vücud olan ALLAH’tır. Varlık; mümkünül vücuttur (varlığını Allah’a borçludur). Yani O ‘var’ edince, ‘var’ olur.

Varlık, muhal (kendi kendine bir varlığı olmayan) mutlak yokluktur ki, mutlak yokluğun varlığı imkânsızdır.

Bu yüzden varlık muhaldir. Varlık denince akıl, ‘yokluğu’ düşünür ve söyler, o halde (yok olan bir şeyin) yok olması da imkânsızdır. ‘Yok’ sayan, ‘VAR’ı (var olan Allah’ı) yok edemez. Sadece inkâr etmiş olur. Varlığın merkezi, Allah’tır.

Biz bu âleme sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik. Şahadet tanık olmaksa; Allah’a tanık olmak, onun birliğine, AHED olduğuna, tanık olmaktır. ‘Ben’ diyen bir kimse, önce ben derken kendine şahadet eder. Sonra o BİR’i, hakikat varlığı olan o TEK varlığa şahadet eder.

Kelimeyi şahadet, Allah’ın varlığına şahit olmaktır. Evvela o şahit olanın, varlık âleminde ‘Ben’ olması lüzumludur. Çünkü o Ben, “Senin yüce varlığına şahadet ederim” demektedir.

Şahit olunan Allah, kendini varlıkta ifşa etti.

Bilhassa bilinçli olarak yarattığı insan, O’nu şuurlu olarak bildi.

Bütün varlık; Allah’ın varlığına şahittir, insan da yaratıldığına şahittir. Kelime-i tevhid bunu söyler.

Varlığı bilme ne hacet kürreyi âlem ile

Yeter ispatına, halk ettiği bir zerre bile

Sanatın varlığı, sanatkârın varlığın zorunlu kılar

Eserin varlığı müessirin varlığını zorunlu kılar.

 

La ilâhe illâllah;

Kelimeyi tevhit öyle bir cevherdir ki, âlemi satın alır ifadesinde şahane bir ses uyumu vardır. Nef ve ispatı ondadır.  La, yani nef yok demektir; İlla var demektir. Bütün âlem, fıtri olarak kelimeyi tevhit çeker.

“ Yok, var, yok”… (bir var oluş, bir yok oluş hayatı devamlı kılan budur.)

Gönül kulağı ile kâinatı dinleyen, kelimeyi tevhitten başka bir ses duymaz.

Gönül gözü ile varlığı temaşa eyleyen, kelimeyi tevhitten başka bir şey görmez.

Kelimeyi tevhit; kemale doğru ilerleyen, ucu açık bir süreçtir. O ağızlar içinde başlayıp ciğerde soluyan, bir ses serisine sahiptir. La ilâhe illâllah;