Alemin senfonisini dinle!

Dan Millman’ın dediği gibi ‘ İtilimlerimiz ile korkularımız arasındaki dinamik gerilim hayatımızın tiyatrosunu yaratır’. İnsan da, artist kabiliyetli bir varlık olduğu için her role uyar!

Allah bu dünyaya uyum sağlaması için insana beş duygu vermiş, insan da onlar sayesinde yaşadığı ortamdan etkilenmiş, algılanmış, yorum kazanmıştır. Öyle ise her yeni yaşam, insana yeni alternatiflerle, yeni algılar ve yorumlar kazandırmaktadır. Allah’ın bize lütfetmiş olduğu duygularımızla, insani hasletlere sahibiz. O beş duygumuzu ahenkli bir şekilde kullanarak, tüm âlemi bir senfoni içinde dinleyebiliriz. Duygular düşünceler içinde, düşünceler duygular içinde senfoni yaparlar. Bu duyguların en güzeli de sevgidir. Sevginin olduğu yerde düşmanlık olmaz.

O halde düşmanlığı ortadan kaldırmak için insan hayatında en çok sevgiye yer verilmelidir.

Duygular ve düşünceler!

Sabır insana has hasletlerdendir. Sabır; dayanma, dayanıklık, katlanma, göğüs germe gibi anlamlara gelir. Sabır; başa gelen musibetlerden dolayı veya hoşa gitmeyen şeyler karşısında şikâyetçi olmamak, yakınıp sızlanmamak, haksızlığa uğramak veya maddi manevi kayıplara uğramak karşısında, sükûnet ve dayanma gücü göstermektir. Allah’a sığınmak, ondan muhakkak bir lütuf tecelli edeceğini beklemektir. İşte ancak bu bekleyişe sabır denir. Yoksa tayin edilmiş ömrün akıbetine ayak uydurmak değildir. O mecburiyettir.

Olumlu veya olumsuz her türlü duygu da düşünce de insana hastır. Yine insana has, ama olumsuz duygulardan biri de alınganlıktır. İnsana hiç yakışmayan bu duygu, insanın kendini zayıf gördüğü durumlarda ortaya çıkar. Çok misal vardır ama bir misal vereyim; Mesela bir insan, kendinden fazla yer görmüş, başka lisanlara sahip olmuş veya daha fazla tahsil görmüş biri karşısında eziklik hissederse, alınganlık yapmaya, her şeyi ters anlamaya başlar. Bu yanlıştır. Karşındakine saygı duymak onaylansa da, kendini aşağı görmek insanın kendine saygısızlıktır.

Önemli olan insanın kendini olduğu gibi sevmesidir.

Her insanın ayrı bir özelliği ve bu âleme geliş amacı vardır. İnsan bunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Gayesi, bir işi olmayanın hali, insanlığa yakışır bir hal değildir. Böylece bu hal, insanı önce manen sonra cismen öldürür.

Doğru da, eğri de sendendir. Sen doğru isen, sözün sazın doğru olur.

Sen eğri isen, zaten doğruyu bulamazsın.

İnsanlar, ancak hatalarını kabullendikleri zaman yaşamış olurlar.

Yaşanan hiçbir şey boşuna değildir. Maddi hayatın karanlığında mananın nuru, cehalet karanlığında ilmin nuru, nefis karanlığında marifet nuru, ene (benlik) karanlığında sahavet yani eli açıklık, cömertlik nuru, kesret karanlığında tevhit nuru hâsıl olur.

Maksadullah; ölümlü maddi hayattan, ölümsüz manevi hayata varmaktır!

Aradığın şeylerin, hakiki bilgisi bu dünyada var. Onu bulmak istiyorsan, atman gereken ilk adım, hiç şüphesiz gerçek ilmin (İlm-i billâh) ne olduğunu bilmektir. Fakat ne yazık ki, dünyevi tutkularla, yüksek manevi gayeler, insanın varlığını adeta bir savaş alanına çeviriyor.

Bütün zahiri ve sözde bilgiler, hatalardan ve fantezilerden başka bir şey değildir. Bu dünyanın varlığı, (ahreti) mana âlemini bilmek içindir.

Eğer ölümsüz manevi hayatı, şimdi anlamak istemiyorsan, onu ne zaman isteyeceksin? Eğer aç gözlülüğünü şimdi gidermeyeceksen, onu ne zaman, nerede gidereceksin.

Hem manevi hayatı bilmiyor, aramıyor ve bir taraftan da bu maddi hayatta, geçici duygularından dolayı ızdırap çekiyorsun. İradeni, nefsinin eline teslim etmişsin.

O geçicidir, geçip gider. Seni yalnız bırakır.

Bir taraftan, zahmetten ve rekabetten elde etmiş olduğun, şerefli bir mevkiin var. Sana otoritenin verdiği, oturduğun bu makamın koltuğu, seni saldırılara karşı güvenli tutar. Eğer bu avantajları elinin kenarı ile itersen, sonradan çok pişman olursun ve bunları yeniden kazanmak isteyebilirsin. Sakın böyle bir düşünceye de düşme ve bu çetin savaşa boyun eğme ve kendini, kaderin eline bırakma. Allah, seni halden hale koyar. Güzel konuşurken, hiç konuşamaz hale gelirsin. Fiziksel açıdan o kadar bitkin düşersin ki, o zaman belki bir ehli Hakka rast gelirsin.

O sana der ki: Rahatsızlığının kökeni kalptedir, ama kalpten de tüm organizmaya yayılır.

Bu elem veren üzüntü ortadan kaldırmadıkça, hiçbir ümit yoktur!

Nefsin içindeki engellerden kurtulmayı seçerek ve onun olumsuz özelliklerinin ve kötü törelerin giysisini üzerinden soyunup atmalısın, kalbini Allah’ tan başka her şeyden arındırmalı ve daima Hakkı zikrederek vecde girerek huzur bulacağını bilmelisin!