Kesret- Vahdet

Allah’ı bilmemiz için, Yaratan bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılamayı yeğlemiştir.

O, makro ve mikronun özünde mevcuttur, seste, aldığımız nefeste.

O her hal ve kesrette ’her yerde’, vahdette ‘bir yerdedir’ .

O, bizi yalnız bırakmaz, daima bizimledir. Bize şah damarımızdan daha yakındır.

Yeri gelince adaletini uygular, gazabını sergiler, ama hepsi bize alakası ve sevgisi sebebi iledir.

 

Hiçlik, boşluk var oluşun döl yatağı yani Rahimdir. Varlık, ancak bu yoklukta hissedilir. O yokluğun esrarı noktası, tam gücün yaratıcılığın ve bütünlüğün var olduğu noktadır. Her türlü yaratıktan yaratana bakarsak, yaratık dahi mukaddestir. Ama yaratığa dalıp yaratanı unutursak, yaratık ruhtur. Yaratan tek olduğu için yaratık çoktur. Kesret de, vahdet de aslında birdir. Ama kesret yani çokluk bizi şaşırtır.

 

Bütün yaratılanı bir görmeyen, görünürde dindar olsa bile hakikatte asidir. Aslında İslam bir zümreye, bir kavme, bir millete değil, insanlığa hitap eder. Yani bütünleşmiş bir kalptir. Kim böyle Allah tevhidinde birleşmiş bir kalbe sahipse, o İslâmdır.

 

Akıl ve Ruh

Külli akıl, Cebrail bilgi meleğidir.

Ruh cevherdir. Ama akıl, gelişme ve gerçeği fark etme yeteneği ile yaratılmıştır.

Akıl da bütün cevherdir, ama geliştirilmeğe ihtiyacı vardır.

Nasıl mı gelişir? Tabii ki hayatı deneyerek, yaşayarak! Ve denerken de yanılarak, hata yaparak!

Hata ve kusur insanı kemale götürür!

Biz Allah’ı unutmadığımız müddetçe Allah bize öğretir. O’nun en yüce öğretmen olduğunu (Rab olduğunu) unutmayıp ondan istemeli ve öğrenmeliyiz. Allah bize öğretmek için dünya laboratuarında yarattığı araç gereci kullandırarak öğretir. Bu eşyalar ve onların isimleri rumuzdur, çünkü rumuz bir varlığın niteliğini açıklar. Esas olan somutun ötesinde olan soyut kavramlardır. Soyut bir kavramı anlama yeteneği aklın en önemli yeteneğidir. Aklını çalıştırmayanın üstüne pislik yağar.

İdealist bu bakımdan çok insanlardan üstün ve kabiliyetlidir.

Melekler Allah söyletmezse, nereden insanların yaratılmadan evvel kan dökücü olduklarını bileceklerdi.

 

Ruh, Allah’tan üflenen öyle bir emirdir ki, bütün varlık o emrin içinde hareket edip yaşıyor, yaşatıyor, ölüyor, diriliyor. Meydana geliyor, kayboluyor. O emir, sonsuz alternatif yaşıyor ve yaşatıyor.

O emir, Allah’ın emrinde muhteşem bir kuldur. O kul, sahibine muti, sahibine saygılı, sevenin varlığı ile sevinen, emrinden çıkmayacak kadar her tür eziyete zevkle katlanıyor, övünüyor.

Ruh cevherdir. Yani inşası olmaz. Ona ancak, yeniden bir hayat sunulur.

 

Rahman ve Rahim Allah

 

Allahın kullarına gösterdiği sevginin iki yüzü vardır, Rahman ve Rahim.

Biri sadece kendini koruma ile ve günü kurtarmayla ilgilidir. Henüz üstün melekeleri kullanamayan insanlara gösterdiği yüzü, diğeri ise aklını kullanan insana uyguladığı özel muamele.

Sanki o insanlar Allah’ın özel muamelesini hak etmiş oluyorlar, onlara üstün bir şekilde yardım ediliyor.

O, sadece korunmak isteyenleri koruyor. Ama onlar doğanın yasalarına karşı ayrıcalıklı değil. Onlar çalışmak, mücadele etmek zorunda, zorluk ve sıkıntı çekiyorlar.

Sanki Allah’ın cennetinden çıkmış gibi olan diğerleri ise huzur ve mutluluk içindeler. Sırrı çözmüşler, tam bağımsız ve özgür bir hayat yaşıyorlar. Bunlar gereksiz bir söz işitmezler. Sadece bunlara ‘selametle’ denir.

Bu sakin hayatları için selâm size!

 

Allah’ın sevgi ve bilgisinin bütün varlığın en küçük parçasının içinde daim olduğunu anlamak ve fark etmek insana güven ve huzur verir. İçsel uyum, bedenle ruhun uyumudur. Böyle bir uyum içinde olan insan, egosu ile ilâhi tarafını barıştırmış olur. İşte Rıza aslında böyle bir buluşmanın halidir. Yani bir bakıma kesrette vahdet halidir. Yani Rahman ve Rahim olan Allah’a şüphesiz inanmaktır. Güneşe, denize, ormana, hayvanlara, kuşlara, balıklara, türlü çiçeklere, renklere, havaya, karaya her yere bakıp, deyin ki “Beni Allah bunların merkezinde, en muhteşem yarattı. Bütün bu varlıkların ayrı, ayrı, türlü sesleri vardır ve bu sesler varlığın amacına uygundur. Ben zikir ederken, bunu teyit ve tasdik ederim.”

 

Cehennem ise..

 

Cehennem insanın kaybettiklerini gördüğü ve anladığı yerdir. Bu anlayış kaybın ızdırabından gelir. Ateştir. Onun için bu insanın haline cehennem dendi. Her bir insan üzüntüyü kendi varlığında yaşar. Birine sevgi gönderirsen, sana sevgi döner. İnsan, birine yapmış olduğu haksızlığı, kendisine yapmış olduğunu fark ederse, ancak o zaman haksızlık yapmaktan kurtulur. Atılan ok, karşısındakine değdiği an, kendinden ayrı gördüğü o vücuttan geri döner, kendini vurur!

 

Hz Muhammet

 

Ahlakı tamamlamak için dünyaya geldi. Hazreti Muhammet ve Ahlakı bütündü, öğretti, anlattı, örnek olarak yaşadığı, Kuran’ın meydana gelmesini sağladı. Ömrünün sonunda da hutbesini de yaptı. O gün, o hutbeyi dinleyen sahabe onun arkasından onun sevdiği dört güzide arkadaşını öldürdüler. Onlara şehit dendi.

Allah şüphesiz bunlara şahitti. İnsanlık da bu dünya hayatındaki olaya şahit olsun, Hz. İsa’nın da çektiği ızdıraba şahit olsun ve buradan Hikmeti Hüdâyı anlamaya çalışsınlar diye, bunun için dünya devam eder.

 

Tövbe-Teslimiyet

 

Peygamber günde yetmiş kere tövbe ederim demekle ne demek istiyor?

Bir bakıma şunu demek istiyor; ‘Ben Allahın seçtiği bir peygamberim benim tövbe etmeme gerek var mı’, demiş olsa zaten bunu söyleyen kişi peygamber olamaz. O, kendisini dış bir gözlemci gibi izliyor, gözlemliyor aslında. Bu davranış Allah’ın yarattığı maksadına uygundur. İnsan bu açıdan baktığında, kendisinin tam olarak niçin yaratıldığının, hikmetine varır, Allah’ın yaratışına teslim olur. Teslim olmak, kendini gerçeğe uydurmak demektir. Yoksa gerçeği eğip büküp, kendine uydurmak değildir. Allah’ın yarattığının şüphesiz gerçek olduğunu anlayıp, ona saygı duymaktır.

 

Mukaddes kitaptaki terminolojide geçer; ‘iman edin dendiğinde, biz o ahmakların iman ettiği gibi mi iman edelim derler’. Doğrudur, akıllıca iman edenlere söylüyorlar. Halbuki ahmaklar, kendileri gibi insanlardır. Bunu bilmezler. Ahmaklık bir yerde dünyayı gerçek bilmelerinden kaynaklanır. Bir de iman edenlerle karşılaştıkları zaman, ‘biz de inandık’ derler. Halbuki onların inandık inanmadık demeleri bir nevi dalga geçmektir.

Halbuki Allah kulları ile dalga geçiyor.

 

Ticaretten yani alışverişten maksat kazanmadır.