‘’Hâkimi mutlaksın, Rab’sın Yarab, aydınlat. Geçir maddeden manaya, Handan eyle.’’

Ademiyet; devamı aşktır. Aşk, bitmeyen oluş demektir. Yaşam işte böylece anlamlıdır. Varlığın anlamı Allah’tır. Sen, sana özgüsün.

Küfr; doğanın kendi tabiatının tohumunu örtme olgusudur. Tasavvufta kadına kâfir denir. Ama bu hakaret anlamında değildir. Çekirdeğe yani sperme örtüdür. Oradan bir yeni doğar. Küfr; örtü, gizleme. Yani, doğanın kendisi küfr. Kâfir olan o, örttü. Neyi? Varlığı, var olmuş varlığı örttü. Aşk; kendi varlığına tanık olmak; örtüyü kaldırmaktır. Kâfir olan, dinin kendisidir. Simgelerle, hakikati örtüyor. Bu örtü, aynı zamanda cehalet örtüsüdür.

Gerçek din; her bir şahsın, kendi yaşamında inanarak yaptıklarıdır. Kendi mabedinin; yani gönlünün; Tanrısı da, şeytanı da kendisidir. Başka varsa, sen söyle; ‘’La ilâhe’’ dedikten sonra, neden hala ilah arıyorsun? Bu arama, sana varmıyor mu? Unutayım desen, unutabiliyor musun? Senden başka bir sen mi var?

Sensiz olmaktan korkuyorsam, bendeki senden. Sen dediğim, bendeki sensin; tabi senin bundan haberin yok, ondan bir acayipsin, acayip.

İçeri, içeri; ne gelirse, içeridir. İçeri can gelir, canandan içeridir, içeri. Nefsi emmaren ne kadar tutarsa tutsun, beni tutamaz asla, giderim yâra. Yâr gönüldedir gönülde.

Güzel bir davranışta bulununca, ikinci güzel davranış ona ikram olarak verilir. Bu anı kaçıran, gelecek şahane demleri de kaybeder.

Ben dolandım geldim doksan beşe. Sen de dolan gel, bakma üçe beşe.

Beni bir daha görmeyeceksin dedim. Beni görmezse, ben nasıl onsuz yaşayacağım. O, zaten beni görünce her şeyi unutuyordu. Ben hatırlattığım zaman kızıyordu. Benimle olunca, beni de unutuyordu; en mühim ihtiyaçlarımı, ilaçlarımı da; insafsız.

Kahrın da hoş, lütfun da hoş. Kahrın da hoş denince, zaten iş bitmiştir.

Uzakta iken; hicran; gönülde. Bana gelince, unutur beni; bende kendini ayıramaz, ehemle mühimi unutur. Unutur bende kendini, bende bulur yine kendini.

Çöl gibi sıcak bir yerde su ihtiyacı neyse, kendi öz varlığına susamışlık; bahsi geçen susamışlıktan da özlem; hicran içredir. Bu hicran, onu teferruattan geçirip, safiyette olanların; tevhid içre Âdem’de vücut bulması idrakidir. Bu idrak; özden, anadan; hayatı emerek; kemâle varmasıdır, büyümesidir; tevhiddir, kesretten geçip pür, saf olmasıdır.

Hayret içinde kalan kişide, yine kendi içinde, kaynak hasıl olur; bu da vahiydir. Bunun dışında; sezgi deyin, ne derseniz deyin, nefsidir. Suretin arzusu ve ihtiyacı, icabıdır; hevesîdir, geçicidir.

Allah, hiçbir şeyi boşuna yaratmadı. İblisin yaradılışı da boşuna değildir. İblis, insanı Allah’a kovalar. El Hak, Allah’ın dediği olur.

Nefisten değil, gönülden severse, yeniden güç almış, gençleşmiş gibi olabilir. Hayat da anların sürekli art arda gelmesidir. Nefsani sevgi ise, geçicidir, aka da konar, b..’ da konar.

Mürşit dediğin veya Âlim dediğin; ilim, irfan sahibidir dediğin; bir zatı muhterem konuşurken; “ama, ama” diyen âmâdır. Küçüklerin, büyüklerin bilhassa ‘’Veli’’lerin sohbetlerinde bulunmak akıllılık işidir. Büyüklerin küçüklerle bulunması, oturması hamakattır, cahillerle bulunması da işkencedir.

Kopya bilgi, taklidi bilgi; bilgi değildir, malumattır. Bilgi; ‘İlmi Billah’tan gönle gelen bilgidir; vahiydir. İnsan genelde akli, nefsi, maddi yönde kalırsa asla tatmin olamaz. İçten bir infialle Allah der, aşkla cezbe haline girer; mesela özenti halinde meditasyon yapanlar da biraz bu hali bilirler; vücut hassas bir yapıda olduğu için bir titreme, bir heyecan hali gelir. Kesiran zikre girenlerde de böyle bir hal olur.

İnsanın besmele çekmesi, Halik’in her an mahluku ile olduğunu hatırlamasıdır. ‘’Venefahtü min ruhi.’’ Mazhar olmuş ol varlıkta; mahfi insan, kâmil olmakla; kâmil de nefsine arif olmak ve tezkiye ile meşguldür. Âdem ise her devirde geçerli olmak üzere, tezkiye ile selbi sıfatlardan soyunmuş, ‘Âdem Safiyyullah’ haline gelerek, aslına rücu etmiş oluyor.