Allah’a güvenmek:

Din, iman, mezhep, tarikat, bunlar Allah’a güvenmiyorsan boştur, Allah’a güveniyorsan yine boştur. Esas olan Allah’a şüphesiz güvendir!

Kendini beğenen, ‘var mı benim gibi’ diyen ilerler mi? İnsanın bir gününün bir günü ile aynı olmaması lazımdır. İnsanın daima iyiye, güzele insani meziyetlere sahip olması şarttır. Mesuliyet yüklenmesi lazımdır.

İnsana yakışan, özgür iradesi ile daima hayır işlemesi şerden kaçmasıdır. Evet, insandan başka kimse iradesi ile hayır işleyemez. İnsan gönlündekine göre şer de, hayır da işleyebilir. Bu haller insana verilmiştir ama Allah’ın varlığından gafil olmazsa, daima hayır işler. İnsanın kendine karşı en büyük hatası haddini bilmemesi, şımarmasıdır. ‘Allah’ der de O’nu anarsa edepli olur, saygılı ve huzurlu olur.

Zevk ve haz için yaşayan; çıkarcı, kıt akıllı, çocukluktan kurtulamamış, ahlaki davranış, idrak ve vicdandan mahrum kalmış olan, aklî kalbe sahip olamaz!

Bazı insanlar kendine zarar verdiği gibi başkalarına da zarar verirler. Nefsi değerlerini, manevi değerlerle eş tutanlar kâmil insanlardır. Çünkü onlar, hallerin zuhurundan insanın aklının, idrakinin ve vicdanının nasiptar olduğunu bilirler.

Yaradan tek, yarattığı çifttir.

Vurdumduymazlık, kabalık ile zarafet, incelik ve hassasiyet bu iki hal insana verilmiştir. O melek değildir ama ona bu verilenler yüzünden ceza ve ecir de onun aklına, iradesine ve vicdanına verilmiştir. Hz. Âdemin üç oğlu vardı. Habil, Kabil ve Şit. Bunlardan biri katil, bir maktül, biri de peygamberdi. Dünya hayatında Hak ve Batıl daima bir aradadır.

Allah var, yarattığı var. Yarattığına dalıp; Yaradanı unutmak, O’nu ikinci, üçüncü sıraya koymak, sureti öne alıp zatının kül vücudunu ikinci üçüncü tutmak, sıradan hayvani hayat yaşamaktır. Hâlbuki insan yüce yaratılmıştır, yüce yaşamalı, bilinçli olmalıdır.

Yaradan tek, yarattığı çifttir. Sırtını batıla dönen, yüzünü Hakk’a dönmüştür. Mahlûkatta; zül ve nur, zulmet ve Rahmet, cehalet ve irfan, hayvan ve insan gibi ikilik vardır.

İnsanın hayatı, ona verilmiş rızıktır.

Sıhhat, afiyet, akıl, idrak, vicdan; ona verilmiş rızıktır. Rızkı veren de alan da Allah’tır. İnsan ise Allah’ı her zaman, her şeyde unutur.

Allah insana türlü meyve ve asıl bir de ona karşı iştah vermiştir. Yoksa ikisi de bir işe yaramazdı. Her şeyde ilahi bir yasa vardır; O yasalardan, Allah görünür!

Akıl da bir rızıktır. Şükür aklı kullanmaktır. Yani, geziyor çalışıyor, hareket ediyorsan bu bir fiili hamd ediyorsun demektir. Aklını yararlı bir işte kullanmıyorsan, şükür etmiyorsan demektir ki, o akıl işe yaramaz.

Dünyayı kavramayan, ukbayı nerden kavrasın?

Allah her şeyi yarattı, insanı inşa etti. Bu ona özel bir lütuftur. Bedeni inşa eden Allah, o köşke ruhu yerleştirdi, dünya bahçesine bıraktı ama bu muvakkat bir süre içindir. Bu dünyada yaşanan acı ve tatlı her olay ruh içindir. Bedende bir şey yoktur; parmağına bir şey batsa acıyı ruh duyar. Yangınla bağlantı da ruhladır. Ruh olmasa bütün beden yansa bir şey değildir. Ya Rabbi, bizi ruhî yangından muhafaza eyle. Aynı şekilde ilhamsız vahisiz kalan insan ruhu, karanlıktadır. Vahyin nuru aydınlatır.

Yaratmaktan maksat yaradandır. Biri resim yaparsa altına imzasını atar. Yani ‘bunu ben yaptım’ der. Böyle diyen dâhi her şeyi yaratan Allah üstüne adım atıyor; Allah la mevcuda illallah.

Seven ve sevdiren Allah’tır. Nefret eden ve nefret ettiren de, biziz. Allah’ın yarattığı her şey, bir mana taşır. Manasızsa yaratmaz.

Bu akıl, bundan sonraki hayatı kavrayamaz. Kavrasa, görse, hemen bu dünyayı terk eder. Ama bu dünyada yaşanmayınca, öteki dünya olamıyor. İnsanın kalitesi, bu dünyaya bakış açısından anlaşılır. Bu onun bu dünyadan ne derece nasiptar olduğunu gösterir, bundan sonraki hayata nasıl varacağı bu bakış açısından belli olur. Bu dünyayı tek hayat, tek varlık bilen kimse, alternatif hayatı yok sayıp basit, kısır ve manasız hayat içinde ömrünü heba eder.

Dünyanın ihtiyacı, Sufilerin olması ve onların bakış açısıdır!

İnsan için mühim olan; Ruhun sırrını bulmak, kendi özgün nefsini, âdemin suretini keşfetmektir. Bu yüzden Sufi, bütün sonlu varlıkların kendilerini bağladıkları, bağlardan boyunduruklardan kendisini kurtarmış, elini kolunu bağlayan zincirlerini kırmıştır. Zahirdeki zıtlıkları aynı kabulle karşılamış, kalbini sükûnetini koruyacak şekilde eğitmiştir.

Dünyanın ihtiyacı, sufilerin olması ve onların bakış açısıdır. İnsanlar içinde sufi bakışa sahip olanlar olmazsa, Dünya neye yarar, insan olmadan dünya da neye yarar?

Sufinin dünyada yaşantısını ilâhi sisteme uydurup, mutlak hakikati yaşamaya çalışması ne güzeldir. Sufi; kendi beninin derinliklerindeki sırlara ulaşmak için, bilgisini derinleştirmiştir. Evrenin hakikatinin berrak bir tecellisine yer açabilmek için, nefsinin işlerini yok ederek Yaratanla ünsiyet edip beka sahibi olmak istemiştir.

Allah, insana öğrenme yeteneği verdi. Çok şey verdi, yiyecek içecek verdi, bunların en mühimi insana öğrenme hususiyetini vermesidir. Bu yeteneği ile yaratıktan Yaradanı öğrenir. Esas ve asıl da budur. Allah’ın yarattıklarının hikmetini; onun öğretisinden, Rab’den öğren! Yegâne öğrenmek de, yaratıktan yaradanı öğrenmektir. Gerisi lafı güzaftır.

Veciz sözler;

Verdiğinizi başa kakarsanız, yaptığınız iyiliğin faydası yoktur ona da size de!

Maddeye düşkünlüğün seni bunak ettiği için, babanı tanımıyorsun. Onun kadrini bilmiyor, nankörlük ediyorsun. Ceza çekeceksin. Narsislik içinde babasından ümidi kestiği için, Allah’tan ümidi kesti. Aslına saygısızlık oldu. Ne bayram bildi, ne seyran!