Güzel, senin evin nerde
Hicran hüzünlü gönülde
Ben viraneler nuruyum
Beni tut sakla özünde

MRM, Nisan 2011


ÂDEM VE İHTİYAÇ

Allah ‘Samet’tir.  Yani onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

Halife suretinde yarattığı insanı, bedene ve ihtiyaçlar âlemine sokar.  Sonrasında da, ihtiyaçtan münezzeh olan âleme (yani kendine) gıpta ettirerek özüne dönebilmesi için; ihtiyaçsızlık olan ‘Samet’ süruruna gelme, ‘doyma’ zevkini tattırır.  Kendi gibi ihtiyaçtan arıtarak kendine döndürür.

Bir başka deyişle;

Âdem, bu âlemde bulunduğu müddetçe ihtiyaç içindedir.  Bu âlemden çıkınca ihtiyaç külfeti biter. Samediyet lütfüne mazhar olur.  Allah, kendine halife olarak insanı yarattı ve ona bütün ihtiyaçları yükledi, mekânını da dünya kıldı. (Yukarıdaki paragrafta, daha dünyada iken Samet’e ulaşmaya çalışmaktan bahsetmiyor muyduk bir yandan?)

Gündüzün tadını bilmek için, geceyi yaratmıştır Allah. Karşısına ihtiyaç gelmeli. İhtiyaç sahibi olanın farkındalığı artar.  Karnımız çok açsa mesela, ihtiyacımız farklıdır; yeterince aç değilse farklı.

Arabalar, evler…  Dünyada yaşadıkça ihtiyaçlarımız çoğalıyor değil mi?   Bu sohbetlerde ve yazılarda, tam olarak ne demek istendiğini anlayabilirsek, doyarız; doya, doya taşarız. Hesabı bilemeyiz.  Yavaş, yavaş ihtiyaçsızlığa varmanın hazzını yaşarız.  Yani şayet o noktaya gelebilirsek, nefis âleminden geçeriz yavaş, yavaş; örneğin ‘Arabam bozulmuş ama önemli değil, yenisi gelir’ deriz ve üzülmeyiz.


ESKİLER VE YENİLER

Bu sohbetleri yaptıkça, bu satırları söyledikçe ve yazdıkça; sürekli yenileri geliyor… Eskiyi atıyorum hep yenisi geliyor.

Bazıları ise eskileri hiç ‘atmaz’.  Ne manen atar, ne de fiziki olarak… Evine eskileri doldurmuştur, belediye gelir zorla atar.  Bir başkası, zihninde tuttuklarına sıkı sıkıya yapışır.  Diğeri, Kuran ayetlerini tutar, sürekli onu söyler.  Oysaki 124 bin peygamberi geçmedikçe, Allah’ı anlayamayız.

Bu sohbetler neye yarar, anlaşılmazsa?  ‘’Kulum beni anlamazsa, ben neye yararım?’’  Bu eşya âlemi olmazsa biz neye yararız?  Eşyaya sarılıyoruz ama eşyayı yapana dönmeliyiz eşyadan.  ‘Yaradılanı severiz, yaratandan ötürü’’

Değişiklik beyindedir, dünyada ya da başkalarında değil.  Herşey illa biter bir gün, yenisi gelir.  Hep aynı filmi mi seyrediyoruz, yok mu bir başı sonu?  Eğer öyle olmazsa, olduğu yerde durur, değişmeyen sen gibi.  Öldürmese seni, bin sene daha aynı kalırsın. Kalmaz mısın?  Öldürüp yenisini getiriyor.

Atatürk ve Hz Muhammet; zamanında, yerinde doğrudur.  Şimdinin şartlarında tekrar gelseler, aynı şeyi yapmaya kalksalar aynı doğrulukta olur mu?


EGOİZM

Bazı Müslümanlar, egoist yetişiyorlar ve yetiştiriliyorlar.   Bir köyde okul, dispanser yok ama dini bütün Müslüman, hacca gidip koyun keseyim diyor. Yeri gelince, 5 vakit namaz kılan da egoisttir.  ‘Aman öleceğim, namaz kılmak da farz, kılayım ki cenneti kaçırmayayım’ diyenler yok mu? Bir sorum daha var; 1950’den beri neden can atıyoruz Hıristiyan topluluğuna girmeye?


İNSANIN EN MUHTEŞEM HALİ

‘Sormaz ki bilsin, bilse sorardı.  Bilmez ki sorsun, bilse sorardı’’

İnsanın en muhteşem hali; fani (ölümlü) oluşudur.  İçgüdü bedenseldir, duygu ise ruhsal.  Akıl, ruhun hizmetindedir.

Âdem, ancak yanıp tutuşursa yetişir. Dertsiz, gamsız insan yetişmez, yerinde sayar.   Kamil insan için her şey güzeldir.   O, her  yerde yaşayabilir.  Cahil için ise, yer vatan bulunmaz.

Ben ‘bir’i bilirim.  Sayı dediğin, birin tekrarıdır.  Kesret âlemi de, aynı şekilde birin tekrarıdır.

Vahdet ise ‘çok’un, teke rücu oluşudur.