Niyet mühimdir!
Niyet, her halükârda iyi olsun, kötü olsun mühimdir. Çünkü her iki halde de akıbete matuftur.
İyi niyet, yapıcı, kollayıcı, esirgeyici, öğretici hususlar taşır. Bu yolda ifade ve davranış mühimdir. Bazısı kaba konuşur ama aslında niyeti yapıcı ve öğreticidir.
Kötü niyetli olan ise, çok kibar konuşur, kibar davranır, ama egoisttir, niyeti menfaat ve istismar taşır. Bu yolda, karşı tarafı telafisi imkânsız zorluklara düşürmekten gocunmaz.
Başta dediğimiz gibi niyet mühimdir. Birincisi, zorluk ve külfet içinde öğretmeye çalışır. Yolu sıratı müstakim ve cennet içredir. İkincisi kolaylık, iltifat, hoşa giden söz ve davranışlar sergiler, sureta mutlu ve hoş aslında boş vakit geçirtir. Yolu sıratı müstakim değildir, akıbeti cehennemdir.
Bu iki hali seçmek; akıl, idrak, feraset ve yine iyi niyete bağlıdır.
İlâhi inayet (yardım) olmasa akıl âmâ olurdu.
Hatta akıl, zatı icabı ve esas itibarı ile kendisinin bile ne olduğunu bilmemektedir. Kendini bile bilmeyen akıl, başkasını ve yaratıcısını nasıl bilecek ve tanıyacak? Bu yüzden, Allah’ın inayeti (lütfu-ilâhi) olmadan, görülen ayet ve deliller hakkında düşünmek tamamıyla hatadır!
İnayet ehli bir kimsenin, bütün hareketleri marifet, yaptığı akli mukayeseler talep, mukayeseyi terk etmesi ise teslimiyettir! (Bu yüzden, ayet ve deliller hakkında düşünürken, Allah’ın yardımı olmadan tamamen akıla dayanarak anlamaya çalışmak hatadır. Allah’tan yardım alan bir kimse de, bunları yine aklı ile bir mukayese yapmak ister. Mukayeseyi bırakması, tamamen Allah’a teslim olması demektir)
Eğer marifeti sıhhatli ise teslim talepten iyi değildir. Zira asıl olan taleptir. Terk edilmesi için hiçbir sebep yoktur. Bir yerde teslim de aslında esastır. Canda ızdırab ve mecburiyet için, bir sebep olmamalıdır. (Eğer marifeti, (ilâhi bilgisi) sıhhatli ise, düşünürken ille Allah’a teslim olması, akli mukayese yapmasından daha iyi değildir. Zira asıl olan karşılaştırma isteğidir ve bunun terk edilmesi için hiçbir sebep yoktur. Bir yerde, kararlarında Allah’a teslim olmak da aslında esastır ama bu teslimiyet, pek çok ızdırabın arkasından gelen bir mecburi hal olmamalıdır) .
Allah’a teslim olmak veya marifet-i ilâhiye ermek için, akli mukayeseleri terk etmek veya bunun için bir şey yapmak gerekmez. Bil ki kulu hidayete erdiren ve onun kalbini marifete açan, hakikatte Allah’tan başkası değildir. Aklın anlayamadığı şeyleri, keşif ve müşahedenin yeri olan, gönül gözü görür, anlar.
İlim sadece hizmeti eda etmek için talep olunur. Marifete bir dahli yoktur. (Bir şeyi öğrenir sonra
uygularsın bu dünya ilmidir. Bunun ilm-i ilâhiye (Marifete) hiçbir etkisi yoktur) Çünkü (ilim vs gibi) mahlûk olan şeylerden hiç biri, herhangi bir kimseyi Hakk’a vasıl kılma kudretine sahip değildir.
O ancak Allah’tandır!
Dünya ilminin tümü, iki cümle içinde toplanmıştır. Mana ilmi kelimelere sığmaz.
Dünya bilgisi, insana ahlaki yükseklik vermez, o ancak biraz cila verir.
Fakat fazilet, Allah’ın verdiği vicdan ve feraset duygusundandır.
Zikir Allah’tandır.
Hz Ali ; ‘Allah’ı Allah’la tanıdım, Allah’tan başkasını da Allah’ın nuru ile tanıdım’ buyuruyor.
Allah’ın nuru ile yani, 99 esması ile bu suret âlemine bak!
Allah bedeni yarattı, onun hayatını ruha havale etti. Beden, ruh sayesinde diridir.
Ruh, Allah’ın HAYY esmasının tezahürüdür, onun için, ten ölür, can ölmez!
Bütün varlık, nabız gibi atarak Allah’ı zikrederek yaşam sahasında varlığını sürdürür.
Kalbi soruyorsan o da, Allah’ın elinde ritmik bir harekette yani bile bilmeye zikirdedir.
Yani, kalbin atışındaki delil de yine Allah’tır.
Ney dudaktan aldı, öteki ucundan ses verdi. Dudak nefesi nerden aldı da Ney’e verdi?
Fiziki yapı eşkâlde değişikliğe uğrar, özde olan değişiklik, kimyasal değişiklikle olur.
Biz, Ney gibiyiz, ses senden Yarabbi!
Allah beni istediği gibi konuşturur.
Allah Mürşide der ki; Bana yardım et ki Ben de sana yardım edeyim. Yani kullarımı uyarmada yardım et, onlar Benim maksadımı anlamazlar, onların diline sahipsin, Beni onların anlayacağı şeklide anlat!
Onun için, Allah beni istediği gibi konuşturur. Benim konuşmam, huzurumda olanların haline göre şekil alır. Onların ihtiyacı kadar konuşmak bana nasip olmuştur. Ama siz aleyhimde her türlü sözü söylersiniz. Sanki aramızda bir düşmanlık vardır. Beni istemezsiniz, her şeyimi dilinize dolar, sayar dökersiniz. Şerefim sanki aranızda pay edilmiştir. Her biriniz bir yerimi yırtar oldunuz. Ama unutmayın ki, şeref benim değildir, sahibi büyüktür. Zaten varlığımda hiçbir şeye sahip olmadım. Eğer varlığım olsaydı, hepsini size vermekten çekinmezdim. Size yalnız öğüt vermekteyim. Onu da Allah için yapmaktayım, kuvvetim onundur. Öğütlerimi dinlerseniz sizin için iyi olur, benim için olacak olmuş demektir.
Dedikodu yapıp başkalarının ayıplarını sayıp dökerken, insan kendini dile getirir.
Ne yazık ki; gafilin kalbi, dünyaya bağlı olduğu için Allah’ı unutur, insafsız olur.
Üst düzeyden kimlik almamışlar, alt düzey olan etiketten kimlik alırlar.
Buraya niçin geliyorsun?
Allah ile olmak istiyor musun? Yani isyan etmek istemiyorsun!
Öyle ise mürşitle birliktelikte kendini dene! Onunla şikâyet etmeden olabilirsen,
Allah’la olursun!
Nasip Allah’tandır!
Sana verilmesi zararlı kılınmış olanı elde etmek için zorlanıp durma! Senden isteneni zayi etme!
Allah’tan gelen musibetin izalesi için, yine Ondan kolaylaşmasını iste!
Çünkü o musibet bile, sana fayda için verilmiştir.
Doğru söyleyen, vaadini yerine getiren, emanete riayet eden kişi insanca yaşar.
Allah tarafından kendisine verilen yüce yaratılmışlığa ihanet etmez.
Çünkü Allah’ın hiçbir yanlış, faydasız, abes işi olmayacağını bilir!
Allah senin gönlünden, rızık taşıma kaygısını ala!
Bu hususta kendini zorlama ve gereksiz sıkıntıya sokma!
Üzerine farz kılınan ve yapman gereken şeyleri ihmal etme yeter!
Biz hep karanlıktayız. Göz dediğimiz bir et parçası… Gördüğümüzü sanıyoruz ve böylece bir nebze görmeyi tadıyoruz. İşte bundan sonra aydınlık hasreti başlıyor.
Huzur ve afiyet demek, elini, ayağını çekip bir köşede oturmak değildir. Halk içine karışmak, gezmek, dolaşmak, her yerde karşılaştığın olaylardan nasiptar olmak, sistemi ilahiyi an be an yaşamak, Allah’a hamdü sena etmektir.
Tevekkül, varlıkta ve yoklukta kalbin eşit olmasıdır.
Kader, Allah’ın bildiği ve dediğidir. Kaza ise, sende vuku bulan, olaylardan aldığın bilgi ve tecrübelerdir. Kader hükmünü icra eder. Nasip Allah’tandır!
Ey insan! Sen Beni zikret ki ben de seni zikredeyim. Çünkü sen Bana muhtaçsın.
Şükret ve nankörlük etme ki, nasibin artsın!
Geçen gün kayınvalidem Mersin’den Adana’ya giderken bir genç kızla tanışıyor solgun benizli ama bir o kadarda heyecanlı bir kızcağız .Heyecanla anlatıyor her yaşadığı olayı ,sanki ölüm onu daha hızlı kovalıyor.
Ben imkanları oldukça kısıtlı bir ailenin çocuğu olarak ,doğuştan vücudumun yeterli kan üretememesi gibi bir hastalıkla dünyaya gelmişim ,bu yüzden hep halsiz, mecalsiz yaşar ve sık sık bayılırmışım .Hatta bir gün aniden kalbim durmuş yere düşmüşüm ,annem hiç bir şey bilmeden ilkel bir şekilde kalp masajını andıran hareketlerle göğsümü bastırarak doktor gelene kadar pompalama hareketine devam etmiş .İşte ilk ölümden dönmem bu olayla başlamış .
On iki yaşlarımdayken ,yine zaten oldukça zayıf ve bakımsız olan vücudum kan üretsin diye içtiğim ilaçlardan hırplanmış bir halde hastahanede tedavi görürken kalbim bir kez daha durmuş ,Doktorların bütün ısrarlı kalp masajı ve ilaç takviyelerine rağmen kalbimi çalıştırmayı başaramamışlar ve öldüğüme hükmedip beni morga göndermişler .Morgda ölü bedenlerin konduğu soğutuculu hanelerde yer olmadığı için morgun orta boşluğuna sedye üzerinde üzerim beyaz örtüyle örtülmüş bir şekilde bırakılmışım .
Ne kadar zaman geçtiğini ve nerede olduğumu bilmeden bir süre sonra kendime gelmişim ,tabi halsizlik güçsüzlük had safhada kapıya zor bela ulaşıp kapıyı yumruklamaya çalışmışım
bu oldukça zayıf sesleri bir müddet sonra morgda görev yapan nispeten yaşlı görevli duymuş ve morgun neredeyse sigara paketi kadar ufak penceresinden bakıp beni görmesiyle beraber korkudan bir çuval gibi yere yığılması bir olmuş .Tabi bende kapının öbür tarafında kendimi bir müddet daha kaybetmişim .Sonra yine zamanını kestiremediğim bir süre sonra yine ayılıp kapıyı çok zayıf darbelerle yumruklamaya başlamışım ,uzatmayayım hastahanenin nispeten en ıssız bölgesi olan morg önünden birileri geçerken hem baygın görevliyi hemde beni görüyor ve beni apar topar yoğun bakıma kaldırıyorlar hastahane yönetimi ve benimle ilgilenen doktorlar böyle sansasyonel bir hatayı yapmış olmanın verdiğin panikle beni aylar süren bir tedavinin ardından sağlam bir şekilde hastahaneden taburcu ediyorlar ve hatta o gün öldüm diye mezarımı kazan acılı ailem hastahane yönetimini şikayet edip onları mesleklerinden etmesin diye bizi ailecek yurt dışına kapsamlı bir tatile yolluyorlar .
-Sen sistem de, ben ALLAH diyeyim ,ömrün varsa seni yaşatmak için senin imkanlarının dışında imkanlar sana açılır .Çünkü Allah her şeye kadirdir.Bu şeriat bakışı
-“Şeytan kanda esma canda” derler tasavvufta ,bedeni diriliğin olabilmesi için şeytaniyet şarttır, kendini bilmez latif bir haldeyken kendini bilebilmen için bedenlenmen gerekti onun içinde nefsani arzular o bedeni devam ettirebilmen için sana yapıştı . Ama öz varlığında bütün sıfatlarını bu bedenle gösterebilir ve kendindeki güzelliği seyredebilir .ALLAH hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır’ı sen serapa ihtiyaçlara gark olarak idrak edebilirsin.Hz İsa’nın “Kanım şarap bedenim ekmektir banın “dediği bu olsa gerek kendini idrak etmek için beden gıdasından rızıklan .Batın hu, zahir hu ,evvel hu, ahir hu
Babanın ellerinden hürmetle öperim