Allah hal yaşamakla bilinir!

Bu dünya boşuna yaratılmadı.

Allah’ı kâl ile bilmek değil, Allah’ı hal ile yani yaşayarak bilmek için yaratıldı.

Aklın delaleti (klavuzluğu) ile ‘Allah’ demek, bir şey demek değildir.

Çünkü hiçbir kelime ve şey, O’nun aslını ifade edemez.

Allah onların lâfzına hilâftır (muhaliftir). (Allah kelimesi hiçbir zaman Allah gerçeğini tam olarak ifade edemez) . (Kelimelerin) mahiyeti ne kadar mükemmel, doğru ve yüce olursa olsun, hiçbir zaman insanın Allah tasavvuru, Allah’ın kendisi değildir.

Akıl için, O’nu anlamaya mecal (güç)  yoktur.

Onun için ‘Allah şudur, Allah şu değildir’ demek, Hakk’a ma’tuf (ait) değildir, yani Hakk’ı tanımamaktır.

Akıl

Hakk’ı bulmak ve O’na ermek için, akıl bu yolda kendi imkânı kadar gitmiştir. Ama

O’ndan O’na gelen Ben-i olmuştur. (Akıl, Allah’tan geldiği halde bir ‘Ben’i olmuş, kendini kalp’ten-gönülden- ayırmıştır). Arada böyle Benlik ayrılığı olunca, dostların kalpleri Hakk’ı talepte çaresiz kalmıştır ve onlar acizler dergâhında karar kılmışlardır. (ayrılık hissedilince kalp derinlerde kalmıştır, bu durumda akıl da) Kararlarında kararsız, rahatlarında da rahatsız olmuşlardır.

(Kalp), Tazarru (yalvarmak) için ellerini kaldırmış, kalpleri için mesken aramışlardır ve O’ndan O’na yol bulmuşlardır. O’ndan gelen kudret ve hidayetle yollarına devam etmek suretiyle, yine O’na ulaşmak için seyir ve sülüklerine devam etmişlerdir. Gaybetin yani Hak’tan uzakta olmanın meşakkatinden kurtularak istirahat etmişler, üns gülistanında sükûna ve rahata ermişlerdir. Nihayet neşe ve sevinç içinde ilahi söylemekte karar kılmışlardır.

Akıl, kalplerin muratlarına nail olduklarını görünce, kendisi de gayretini ortaya koymuş, fakat hiçbir şey elde edememiştir. Aciz kalınca hayrete düşmüş, hayrete düşünce de ilâhi hakikati bulma ve idrak etme halinden azledilmiştir ve bu suretle, kalbin nasibi kurbet (Allah’a yakınlık) , aklın nasibi (Allah’ı bilmeden Ona)  hizmet olmuştur.

 Marifet (ilâhi biliş hali)

Kurbet’ten (Allah’a yakınlıktan) marifet doğar. Aklın gerekçelerini, marifet nef eder, yok eder. Marifet, (ilâhi biliş hali); Hakk’ın inayeti (yardımı) ile aklın, sürekli olarak hayret (akılın şaşırdığı yerde ruhun doyum) içinde kalmasından başka bir şey değildir ve kulun kendi irade ve kudretiyle, bu ilâhi ilmi kazanmaya yol yoktur.

Allah’ın lütuf ve nimetleri içinde, kul için bu ilâhi biliş halinden başka bir delil (kılavuz) da olamaz.

Bu hal ancak, kalplerin açılıp ilâhi fethin başlamasından sonra, gaybın definelerinden ve hazinelerinden gelir.

Allah dilediği zaman, dilediği gibi kuluna hidayet eder. Yolunu gösterir, kuluna marifet kapısını açar. Fakat bu dereceye eren kul (hala kendi ‘Ben’liğini muhafaza ederse); bu sıfat ve marifeti kendisi için, afet haline gelir. Bu durumdan geçmesi tamamen Hakla Hak olması lazımdır!

Marifet konusunda, iddia sahibi olmaktan sakınılmalıdır. Çünkü marifet iddia eden, mahv ve helâk olur.  Allah’ın celâlini ve yüceliğini keşif ve temaşa ile mükerrem olan yani kendisine hürmet ve tazim edilen bir kimsenin, kendi varlığı kendisi için vebal olur. Bütün sıfatları afet haline gelir ve onun kendi varlığı bile günah olur. Başka günah aramaya lüzum yoktur.

Hakikat, mülk, mukaddes ve muteal (Âlî, büyük) olan Allah’ındır. Bunu bilenin, halkla ne işi kalır. Dünyevi olan şeyler marifet ile uhrevi olan şeyler haline gelir.

Esmadan müsemmaya, sanattan sanatkâra, Halik’ ten mahlûka, evliya için her şey sunu ve idraktir. Bunlar için maruf olan Hak’tan başkasına ve masivaya iltifat etmek, şirktir.

Allah birini veliliğe seçerse, bütün eşyayı onun için rehber kılar. O da bu vasıta ile Allah’a ulaşır. Burada (eşya) onun hakkında delil,  illet değil, sebep ve vasıtadır.

Allah’ın delalete düşürdüğü bir kimseyi, hiçbir kimse hidayete düşüremez.

Ağyara iltifat edenin, marifeti riyadır.

Deliller ve akıllar tümüyle Allah’ın mülküdür; 

Bunlar Allah’ın tasarrufunun altındadır. Dilediği zaman fiillerinden birisini kuluna delil kılar ve ona bizzat yolunu gösterir. Dilediği zaman da aynı fiili ile onu aciz bırakır, yani kendisini perdeler. Kullarının marifete ulaşmaları ve Hakkı tanımaları için bir taifeye delil, marifetten uzak kalmaları ve Hakk’ı tanımamaları için diğer bir taifeye Hicab (perde) olmuştur.

Mesela, bir cemaat ‘Hz İsa; Allah’ın kuludur’ demiş ve Hakk’ı tanımış diğer bir cemaat ise ‘Hz İsa; ‘Allah’ın oğludur’ demiş ve Hakk’ı tanımamıştır. Hatta Hz. İsa’nın babasız olduğunu söyleyenler de Allah’ı ve Allah’ın ilahi sistemini anlamamışlardır. Ay ve Güneşi delil yapan taife için, Hakk’a giden yol da delil olmuştur. Diğer bir put yapan taifenin de Hakk’ tan geri kalmalarına, uzaklaşmalarına vesile olmuştur.

Akıl ve kalbin, aradaki ayrılığı kaldırarak dengede olması Sırat-ı müstakimdir;

Bu, maddi hayatı bi-hakken yaşayıp, mana âlemine geçiş yoludur.

Sırat-ı müstakim; Doğru ve mutedil olmak, yani yavaş ve mülayim olmak, eğri olmamak, Halik-i gözetmek, sistemi ilahiyi bilmek ve ona uymak, isyan etmemek, verdiği sözü tutmak, emanete ihanet etmemek, yalan söylememektir.

Veciz sözler:

Tamahsız kişi daima, huzurlu olur.

Elini dilenmek için açan kişi, ölünceye kadar hep muhtaç kalır.

Allah gündüzün aydınlığında göstermediğini, gecenin karanlığında gösterir